Ateşi Seni de Yakar



 Bölümün ataması günden güne azalıyor, mezunlar zibil gibi çoğalıyordu. Okulu uzattığım için mezun olmama takribi bir buçuk sene falan vardı. Gidişat bok gibiydi ve bunun stresi ile ölüp bitiyordum. Etrafım günde 12 saati aşkın saatler çalışıp sigortası bile yatmayan güvencesiz sürüyle insan doluydu. En azından memurluğu kazanıp çok para elde edemesem de insani çalışma ile yaşayabilirdim.

Anlayacağınız dertlerim ortalama bir Türk genci dertleriydi. Gençliği gelecek kaygısı ile orta yaşları borç batağında, emekliliği geçim derdiyle geçirip bir köşede ölüp gidecektim bende muhtemelen. Bazıları keşke hemen ölsem diyorum. Bütün bu rezilliği çekmeden. Ama öyle de olmaz ki. Birşeyler yapmak istiyor insan, bir iz bırakmadan ölmek istemiyor. Tamam belki bu kadar idealist değilim ama tatmadığım onca güzelliği de arkamda bırakıp gözüm açık gitmek istemiyordum belki.

Yine bu kaygı ve depresyon dolu günlerimden birini yaşıyordum ve yanımda dünyanın en kaygısız kızı Ceren vardı. Cidden on numara bir hayatı vardı kızın. Ömrü boyunca gelecek kaygısı duymamıştı. Gençliğini gençlik olarak geçiren sayılı elemanlardandı. Bende her Yeşilçam başrolü gibi bu hikayemizde zengin kıza aşık olmuş çulsuz ama yakışıklı genci oynuyorum. Ama yönetmenin son dakika kararıyla olsa gerek pek yakışıklı da değilim. Gelgelim bu cennetten düşmüş huriye benzeyen kızın da bana garip bir ilgisi var. Silgisini verdi oda bana aşık gibi birşey değil lan durun dinleyin! Kim olsa bu kız sana boş değil diyor yani mevzuya acabayla yaklaşan tek kişi ben değilim. Bu kadar çok insan haksız olacak değil ya! Oluyor abi çok fazla insanın aynı düşünmesi o düşüncenin doğru olduğunu göstermez! Bunu muz cumhyuriyeti demokrasilerinde görürsünüz misal. İyiki ülkemiz son derece demokratik müferreh bir ülke. Oğlum dağıttırmayın lan konuyu bana. Kız bana karşı boş değil, bunu biliyoruz ama ben kendimi bi türlü bu kıza yakıştıramıyorum. Bir kere siyah kot pantolonumdan başka pantolonum bile yok. Meteliğe kurşun atıyorum.

İşte yine kampüste ortamla takılırken millet langırt oynamaya gidince ki böyle şeylere hiç aram yoktur, futbolun her türlüsünden nefret ederim , Cerenle baş başa kaldık.Ve nasıl anlatsam bu cennet hurisi kız, bu güzellik, o mükemmeliyet, kusursuz ubermench bana yaklaştıkça yaklaştı. Öyle dibdibe geldikki... Öp diye bağırıyor kız bana bildiğin. Ama kilitlendim. Öylece duruyorum. Dip dibeyiz. Burun buruna. Nefesini tenimde hissediyorum artık. Ama duruyorum. Ben durdukça ubermench kadınımın içten içe bana "Nasıl erkeksin lan sen, öpsene!" diye zerzenişte bulunduğuna da adım gibi eminim. Bir öpsem... Suç sende be kızım bende değil ki ne vardı bu kadar kusursuz olacak anasını satayım! Davul bile dengi dengine. Nasıl öpeyim ben seni? Şimdi öpeyim desem dışardan bizi görenler narin bir kuğuyu yemeye çalışan yaban domuzu manzarası gibi bir manzara seyrederler veya kesin taciz ediyorum felan zannederler. En azından üstüm başım düzgün olsa...

Velhasıl öpemedim. Dibine kadar geldim ve beceremedim. Ve Ceren'im, minik cennet papağanım, bana öfke dolu gözlerle bakarak geri çekildi. Sonra kalkıp langırt atmaya gitti. Ve ben langırtta dahil futbolla alakalı herşeyden nefret ederim.

Soluğu evde aldım. Kenan iddia kuponu dolduruyor, İso ise boşboş duvarları izliyordu. Kenan işime yaramazdı. Iso'nun kafasına yastık fırlattım. Hiç hareket etmedi.

"Napıyorsun lan?" dedim.
"Zihnimi dinlendiriyorum."
"Ne yaptın tüm gün?"
"Zihnimi dinlendirdim."

Iso depresyonla aşk yaşıyordu. Ama depresyonla olan ilişkisi bile platonikti. Bütün derslerden çakmıştı. Bunu öğrenen ailesi para göndermeyi kesmişti. Öğrenci bursu krediye dönüşmüştü zaten onunda hepsini kiraya veriyordu. Biz olmasak açlıktan ölürdü herhalde. Depresyonun sebebini tam olarak bilmiyorum herhalde karı kız meseleleri.

Yanına çöktüm. "Oğlum para lazım!"
Öylece boş boş baktı. Sonra tavanı izlemeye devam etti. "Bana da..." dedi ardından.
"Şu moddan çıkman lazım önce. Bu şekilde kurtaramayız paçayı."
"Kurtarcak paça kalmadı" dedi.

Güneş görmeyen oda ve Iso'nun enerjisiz tavırları beni de depresyona sokmak üzereydi odadan çıktım. Kenan'ın yanına gittim. "Yiyecek birşey var mı?" dedim. "Ekmekle şarap var." dedi. Mutfaktan içi boş yarım ekmeği aldım. Yarım su bardağı ancak çıkan şarabı da alıp düşünmek için odama yollandım. Ekmeği şaraba batırıp yerken kutsal İsa'yı anmayı ihmal etmedim. Fakirlikten hristiyan olmuştum.

*

Ertesi gün derse girmedim. Çimlerde arkeolojiden çocuklarla oturuyorduk. Oturduğumuz söylenemez serserpe yatıyorduk daha doğrusu. Bitirme tezi konuşuyorlardı. Aslında hepsi devremdi yani aynı sene girmiştik üniversiteye. Ben okulu uzatmasam şimdi onlar gibi bitirme tezi konuşuyor olcaktım neyse işte.

Hepsinim abidik gubidik tezleri vardı. Klazomenai'den çıkan seramik parçalarının isimlendirmesi mi sınıflandırması mı gibi sıkıcı saçma sapan şeyler. Bölüm arkeoloji olunca insan mısır mumyası felan araştırıyorlar zannediyor. Kazın ayağı pek öyle değil. Yine de ortama kız girmeye görsün güzel çirkin fark etmeden esmeye başlıyor bizim elemanlar. Her biri İndana Jones kesiliyor. Bir tanesi yeni bir antik kent bulmuş ama daha kazılmaya başlanmamış. Heinrich Schliemann pezevenk.

Muhbbete dalmışken Türkoloji okuyan elemanlardan biri ayağa kalktı "Neyse abi bana müsade."
"Nereye lan?"
"Urla'ya gideceğim işler var."
"Çakal ne gizliyorsun bizden?"
"Ya yok öyle şeyler. Saha gözlemi için. Fotoğraf felan çekerim. Dosyaya eklerim, puanı yüksek versin. Üzerinde uğraşılmış gözüksün."
"Bende geleyim mi lan? Yabancı biri var mı?"
"Yok gel sen bilirsin. Sıkılırsın ama. Yürüyeceğiz biraz."
"Dönüşte iskeleye uğrar birşeyler içermiyiz canlı yerler var."
"Bakarız duruma göre geç kalmazsak gideriz."

Urla'nın bir köyüne gittik. Eleman Urla deyince deniz kenarı bir yerlere gideriz sanmıştım. Gele gele bir dağın başına geldik.
"Oğlum Eren dağın başında neyin saha gözlemi lan bu? Sen Türkoloji okuyan adamsın. Komando gibi dağda ne işimiz var anasını satayım?" dedim.
"Abi buralarda önceleri göçerler yaşarmış. Burdan kaz dağlarına göçerlermiş mevsimlik. Bazı aylar buralara uğrarlarmış işte."
"Ee seninle alakası?"
"Bende bu göçerlerin destanları üzerine bitirme tezi yazıyorum."
"Ha ordan geliyor."
"Aynen. Senin mezuniyete ne kadar kaldı?" "Bir buçuk yıl..."
"Boşver takıl kafana göre. Okul bitti, ne bok yiyecegimi bilmiyorum ben."
"Askerliği aradan çıkar sonrasına bakarsın." "Dayım gibi konuştun."
"E öyle oğlum. Büyükler biz küçükken ha bire sigortalı işe gir çalış felan deyince vizyona bak diye küçümsüyorduk önceleri. Büyüdükçe anlıyorsun hayallerle yaşanmayacağını. Bu ülkede herşey tutunma çabası. Kendini garantiye alma. Ötesi yok."
"Kpss nasıl geçti?"
"Alandan çaktım."
"Sonumuz bok."
"Nasip... Oğlum Eren bu taşlar ne lan burada?"
Eren olduğum yere yaklaşıp taşlara baktı.
"Mezar heralde abi. Dur fotoğrafını çekeyim, sen biraz kenarda dur."
"Seninkilerin mezarı mı?"
"Muhtemelen abi civarda ne köy ne kasaba var baksana."
"Ulan günaha girdik mi acaba?"
"Neyden dolayı?"
"Sabahtan beri üzerinde geziyoruz bilmeden."
"Yok be! Toz olmuştur adamlar."
"O kadar mı eskidir?"
"Eskidir."
"Günahı senin boynuna o zaman kabul mü?"
"Kabul."

İskelede bir şeyler içiyorduk. Etraf Ceren'im kadar olmasın ilik gibi hatunlarla doluydu. Bende biraz havam olsun diye Eren'in kamerayı almış Eren'i çekiyordum. Arada ayarlarıyla oynayıp tekrar vizörden felan bakıyordum. "Sabahki resimlere bakayım mı?" dedim. "Bak" dedi. Fotoğrafları tek tek geziyordum.
"Oğlum Eren, Türkolojiyi bırak fotoğrafçı ol. Tam manzara çekmişsin." dedim.
"Nasip." dedi.
Fotoğrafları gezerken beşi bir yerde altın kolye gördüm.
"Bu ne? Çeyizini mi çektin?" diye takıldım.
Kamerayı alıp baktı.
"Ha yok ya bu kamerada kalmış. Geçen hafta çektim etnoğrafya müzesinde."
"Niye?"
"Göçerlerin taktığı takılar, kullandığı eşyaların falan fotoğrafları çektim öyle."

Deminden beri mekanda kesiştiğim kız bizim masaya bakış ata ata kalktı ve mekanın hemen önündeki küçük tur tekneciginin oraya gitti. Tekne uzun adanın etrafını dolaşıp geliyordu. Bir ara binmiştim. İlk senemdeydi. Denize kusmuştum. Rezillik.
"Eren kalk şu tura katılalım."
"Geç kalmaz mıyız?"
"Yok be oğlum en fazla yarım saat zaten." "Bilemedim. Sıkılmaz mıyız iyi böyle."
"Eren kalk anla işte."
"Ha öyle desene sen."

Bizde mekandan kalkıp teknenin kalkacağı iskeleye gittik. Kapıda ki herife fiyatını sorup suratına koca bir oha çektim. Sonra kızlara iyi eğlenceler dileyip İzmir'e gidecek eshotu beklemeye durağa gittim. Gittik yani yanımda Eren de vardı. "Bu zıkkımın bu kadar pahalı olduğunu hatırlamıyorum." dedim. "Enflasyon farkını unutmuşsun kral sen." dedi Eren reis.

*

Eve gittiğimde Iso'nun yanına çöktüm. Insragram'dan saatlerce saçma sapan reelsler izledi. Bazılarını iki kere izledi. Bazılarını da dmden bana gönderdi. Tam kapatmışken Youtuba girip shorts izlemeye başladı. Yarım saat kırkbeş dakika kadar da orda oyalandı. Sonra geldiğimi fark edip tip tip bana baktı.
"Cerenle mi öpüştün lan?"
"Öpüşmedim. Öpemedim daha doğrusu sana kim söyledi?"
"Elif."
"Eve mi geldi?"
"Hayır dışarda buluştuk."
"Evden mi çıktın?"
"Evet?"
"Sen?"
"Evet."
"Üstelik Elif'le buluştun?"
"Aynen?"
"Tekrar mı konuşmaya başladı seninle?" 
"Pek sayılmaz."
Bir lahza sükût.
"Bana biraz borç versene."
"Yok ki."
"Vardır vardır."
"Cidden yok. Otobüs kartını Eren bastı gelirken."
"Param yok deyip yürüyerek on dakikalık yolu otobüsle geliyorsun lükse bak."
"Urladan geldim."
"Naptın Urla'da?"
"Gezdik Eren'le. Sap sap."
"Para lazım ya. Kızı bir yerelere götürmem lazım. Çiçek miçek lazım. Hazır buzlar erimiş arayı soğutmadan bir şeyler yapmam lazım."
"Benim de."
"Oğlum herkes seni Ceren'i öptü biliyor nasıl öpmedin?"
"Kendime yakıştıramadım kızı."
"Dalga mı geçiyorsun lan?"
"Ulan hergele o manada değil. Kız çok güzel. Birde bana bak. Berbersizlikten kulaklarimdaki tüyler bile kıla dönüştü, kurt adam gibi geziyorum."
"Sana da para lazım."
"Teşhisi koydunuz doktor. Reçete nerede?" 
"Ne bileyim oğlum ya."
"Bir fikrim var."
"Ne?"
"Mezar kazar mısın?"
"Evet."
"Hakketten mi?"
"Çukur açacak adam mı lazım park bahçelere? Giderim vallahi."
"Öyle değil. İçinde zaten adam olan mezarı kazmak..."
"Fark etmez ben kazarım."

Ertesi gün bit pazarından düşürdüğümüz dağcı çantalarımıza bizim binanın kömürlüğündeki kazmayı attık. Kürek işini de Kenan'ın katlanır kamp küreğini hacılayarak hallettik. Dün geldiğim adsız sansız yerlere gittik.
"Eşek gibi yürümeye mi geldik anasını satayım nereye gidiyoruz?"
"Mezara."
"Dağın başında mezar mı olur nereye gidiyoruz?"
"Bekle işte az kaldı."

Sorun şu ki dünkü geldiğimiz yeri epey bir karıştırıp fazladan ortalama iki üç kilometre boş yere yürümüştük. Bunu da Iso'ya çaktırmamaya çalışıyordum. Neyseki sonunda bulduk taşları.
"Burayı kazacağız."
"Nere bura ağaç ekim sahası felan mı?" 
"Sayılır."
"Sen kimden aldın bu işi parayı kimden alacağız?"
"Ağa burası mezar."
"Mezar mı?"
"Evet."
"Taşlardan belli olmuyor mu?"
"Kim ölüsünü gömüyormuş buraya? Köye çok uzak?"
"Gömüyorlarmış işte. O köyün de adeti böyledir belki."
"Nereyi kazacagiz?"
"Şuradan başlayalım."
"Burası olmaz, başında mezar taşı var dolu burası."
"Tamam dolu işte."
"Bir dünya boş yer var anasını satayım!"
"Dün sana dolu mezar kazar mısın dedim olur dedin."
"Lan ne gerek var kazmak problem değil, çıkacak en fazla iki üç insan kemiği eski zaten buralar baksana."
"Abi bak paraya sıkıştık. Geçen gün akşam yemeğinde ekmeği şaraba banıp yedim. Halimizi ayıkabiliyor musun?"
"Sevaba girmişsindir."
"Dalga geçme şimdi."
"Ee tamam anlat."
"Para lazım. Bu mezarlar dolu. Neyse kazmayı al çalış hadi bende kureklerim." "Manyak mısın lan sen mezar mı soyacağız?"
"Dün sana sorduğumda evet dedin!"
"Mezar kazar mısın dedin, evet dedim, soyar mısın demedin ki!"
"Bir daha seninle yola çıkarsam iki olsun!" "Mezarda mal olduğunu kim söyledi sana?" "Eren."
"Eren nerden biliyormuş?"
"Adam buraları araştırıyor."
"Mezarlarda beşi bir yerde felan var diyor. Buralarda kadınları böyle gömüyorlarmış. Takı şeklinde bulursak elden çıkarması da kolay olur, eritmekle falan uğraşmayız bak paraya sıkıştık başlayalım hadi. Zaten insanlardan uzaktayız, geceye kalırsak bizim burada ödümüz donumuza karışır gece yapamayız."
"Ben bilemedim ya, suç bu ya biri görürse?" "Bende onu diyorum ya! Gündüz dikkat çekmeyiz ölümüze mezar açıyoruz falan deriz veya zaten kimse buranın mezar olduğunu da ayıkmıyordur artık. Baksana fena dağılmış taşlar. Ama gece olursa her türlü bela başımıza gelebilir."
"Günahı da var bunun... Geri mi dönsek?"
"Ya İso çenen çalışacağına elin çalışsın ver şu kazmayı bana sen küreği al hadi."

Kazmayı vurmamla kazmanın kırılması bir oldu. Iso kafayı yedi.
"Dedim sana dedim sana bir vuruşta demir kazma elimizde kaldı, dedim sana."
"Ulan Iso bodrumda yıllardan beri nemde çürümüş uyduruktan kazmadan ne bekliyorsun? Eşeklik bizde gittik bunu aldık."
"Napacaz şimdi?
"Kürekle giriş bir belki yumuşaktır toprak."

Iso korka korka küreği rahmetlinin mezara vurdu. Kürek gram toprağa girmedi taşa çarpmış gibiydi. "Al işte sana dedim kürek bile girmiyor napiyoruz lan biz ben defolup olup gidiyorum kafana sıçayım senin."

"Iso beni deli etme gel şuraya toprak sertleşmiş ondan girmiyor. Ya da kaya falan. Dünyada herşeyin mantıklı açıklaması var benim zır cahil arkadaşım. Ödünün patlamasına gerek yok. Kime diyorum gelsene. Iso arkasına bakmadan basıp gidiyordu."

Malzemeleri toplayıp arkasından yollandım. Iso yarı yolda bırakmıştı muhteşem köşeyi dönme planım yarıda kalmıştı. "Iso para bulacaksın lan bana! Yarın kızla bulaşacağım git kimden istersen iste. Şuraya erkek gibi erkek biriyle gelsem yarı yolda kalmazdım. Hanım İso!"

Aniden dönüp yakama yapıştı "Öldürürüm lan seni!" dedi.
"Şaka yaptık ne oluyor hayırdır?" Sonra gözlerinden yaş gele gele sinirlece hızlı hızlı yürümeye devam etti.

"Enes Öz."