Muhabbet Kuşunun Ölümü

 



   Bir zamanlar bir arkadaşımın kafeste beslediği bir muhabbet kuşu vardı. Kuş kafeste doğmuş ve kafeste büyümüştü. Avustralya’nın uçsuz bucaksız geniş arazilerinde uçması gereken bu kuş tüm ömrünü güneş görmeyen solgun beton duvarların arasında, bir kafeste geçiriyordu.

Bir gün odanın içinde uçması için kafesin kapısını açtık. Zavallıcık kanatlarının olduğunu dahi unutmuştu. Uzun sure bocaladı. Havalanmayı başardı. Başardığı gibi de yere çakıldı. 

Ama ne oldu biliyor musun? O günden sonra hep kafesten çıkmak istedi o kuş. Uçamasa da yürüdü etrafta. Ona tanıdığımız özgürlüğün tadını çıkarıyordu. 
Ölümü görmüştü, sıtmaya razıydı.

Bir gün camdan dışarıyı da gördü. 
Ağaçları ve gökyüzünü... 
Cikleyip durdu. Kafesin kapısını açtığımız gibi pencereyi de açalım istiyordu. 
Gerçek özgürlüğün ne olduğunu fark etmişti. 

Açmadık. 

Bir zaman sonra da kuşu kafası kafesin demirlerine sıkışıp ölmüş şekilde bulduk. 

Kuşlar intihar ederler mi? Bana sorarsan o kuş eğer o kafesten hiç ayrılmasaydı ölmeyecekti de. 

Çünkü özgürlüğün ne olduğunu bilmeyecek kader sanacaktı kafesini. Bu işlerin böyle yürüdüğünü sanacak, tutsaklığını ezelden sanacak, başka bir ihtimal olduğunu bilmeyecekti. 

Ama kuş bile "kuş kadar beyni" ile özgürlüğünü istedi. Denedi. Yapabileceklerini. Başaramayınca da böyle yaşamaktansa... Yeğledi işte.

İnsan da hürdür.

Kadere tutsaklık, 

Bilinçtendir.


"Enes Öz."