Nietzsche'nin Kanı Üç Litre



   Gece İso'nun beni sertçe dürttmesi ile kalktım. "Bak İso, ileri gitmeye başladın, haberin olsun."

"Kalk."

"Defol git yat lan!"

"Kalk diyorum."

"Ne oldu?"

"Ses geliyor."

"Ne sesi?"

"Bir kadın dua okuyor gibi bir ses geliyor, kalk."

"Apartmanda yaşadığımızın farkındamısın? Altımız üstümüz insan. Sokaktan tonla insan geçiyor."

"Oğlum bu öyle degil. Teyzenin fısıldamasını nasıl duyayım ben yarasamıyım? Fısıldayarak okuyor ama ben duyuyorum."

"O odasında bağırsa bizim buraya fısıltı gibi gelir. Bana bak lan sen beni korkutmaya felan mı calışıyorsun bugünki olaydan dolayı? Tamam kimseye söylemeyeceğim mevzuyu, yat uyu hadi."

"Bilmiyorum..."

 "İso ne adam çıktın ya."

İso için bayağı üzülmüştüm. Herifi depresyondan çıkartacağız derken daha da psikolojisini bozmuştuk. 
Nerden bileyim lan bu kadar korkak oldugunu! Üstelik sordum ona mezar kazarmısın dedim, evet dedi. Tekrar tekrar sordum hemde. 

Köşeyi dönme düşüncem yerle bir olunca, hiçbir şey olmamış gibi ertesi gün fakülteye gittim. Bir sürü sıkıcı, gereksiz slayt okuma dersine girdim çıktım. Dersler ve Kpss kötü gidiyordu, birde devamsızlıktan kalmak bu aralar istediğim en son şeydi. 
Akademisyenin kendini övmesini dinledim, dayısına küfürler yağdırdım. Sonra ilk derse giren akademisyenin karısı ikinci derse girdi. Slaytlarını evde unuttuğu için okuyamadı onun yerine biraz kendini övüp biraz da bizi küçümsedi. Ondan sonra da çiftimizin şehzadesi, oğlu, üçüncü derse girip, dersi blog yaptı. 

Bütün bu karşıdakini aşağılama ve kendini övme seanslarından sonra kafam balon gibi şişmişti. "Akademisyenlerin" Nazi usulü iç boşaltma terapisi kurbanları  gibiydik. 

Epeydir sosyale gitmeye çekiniyordum. Ceren'i görmekten tırsıyordum. Sanki bana bir hesap soracakmış gibi geliyordu. Gitmediğim için o günden beri de görmüyordum kızı doğru düzgün. 
Bizim fakülte kantininde bizim akademisyenin kan bağı yeterince kuvvetli olmadığı için ola ola kantinci olabilen yeğeninden bir acı kahve aldım. Fakülte fakülte değil derebeylik gibiydi.

Boş şeyler dinleyerek boşuna gecirdiğim tüm günün sonunda vijdan azabından ölmemek için dolu bir şeyler yapmak lazımdı. Elimdeki en pahalı kitap olan ,belkide sahip olduğum en pahalı şey olan, Genel Sanat Tarihi kitabıma kaldığım yerden devam ediyor ufak ufak okuyordum ilgimi ceken yerleri.

Derken Vefa geldi. 
Vefa felsefe bölümünden, saçı sakalına karışmış arkadaşım. Kinizim felsefesini benimsemiş, hayattan eli ayağı ile kalmamış, bütün beklentilerini de çekmis garip bir eleman. Fena kafa açan sohbetini bilmeseniz masanıza oturduğu anda tipinden dolayı kalkmak isterdiniz. Ama muhabbeti için okulun en popüler elemanlarından biriydi. Kafamı kaldırıp baktım, garip konuşması ile "Merhaba," dedi. "Ne okuyorsun?"

"Sanat tarihi" 
Kafa sallayarak acının tatlı tebessümünü takındı ve "İyi," dedi. 
"Sen ne yaptın?" dedim. 
"Hiç aksam partiye gidiyorum. Dilan beni partiye davet etti." 
"Sen severmisin ki öyle ortamları?" 
"İnsanlari gözlemlemek için güzel firsat." dedi.  "Sende geliyormusun?" 

Partiden haberim bile yoktu "Geliyorum," dedim. "Akşam beraber geçelim." 

"Olmaz, ben akşam Papatya'larla geçeceğim." 
Papatya ile bir ilişkisi olduğunu bilmiyordum Vefa'nın. 
"İyi o zaman mekanda görüşürüz."

"Sende gel." 
"Nereye geleyim?" 
"Papatya'lara," dedi. 
Papatya'nın sapkın fantazileri olduğunu da bilmiyordum. 

"Kısa film çekeceğiz."  
İşi bu derece ileri götürdüklerini hiç mi hiç bilmiyordum!

"Senaryoyu kim yazdı?"
"Teoman."
"Teoman?"
"Evet, Teoman yazdı."
"Senaryo var mı cidden?"
"Var."
"Oha!"
"Ben Nietzsche'nin iç sesini oynuyorum."
"Ne! Felsefik hemde!"

Bunu kaçıramazdım Vefa'yla Papatya'lara gittik. Cidden içeride odanın birinde tripod kurulmuştu. Perdeler çekilmişti, Şuayip ışıkları ayarlamaya çalışıyordu. Bu elemanın ismini her andığımda el kadar bebeğin kulağına Şuayip diye fısıldayan adama okkalı bir küfür sallardım. Kulağına geğirse daha güzel bir ismi olurdu bebenin.

Papatya, Teoman ile senaryoyu okuyordu. İçeri girmemiz pek kimsenin umrunda olmadı. Zaten ben pek umursanan birisi değilimdir. Son zamanlarda Ceren sayesinde popularite kazanmıştım o kadar. Gerçi bizim ortamda kimse kimseyi umursamaz.
Masanın üstünde duran şarabı açtım. Kadehe dökerken "Hop hop hop abi ne yapıyorsun! Nietzche'nin kanını içiyorsun!" deyip şiseyi elimden aldı Teoman bozuntusu. 

"Üç litrelik kan mı?" dedim. Zavallı Nietzche'nin neden bu kadar depresif olduğunu anlıyor gibiydim. 
Şuayip "İçsin ya adam." dedi. İsmine hayran lan senin! "Ne olcak bir tane daha alırız."
Alırız lan Şuayip'im.

"Bana da koysanıza deyip bir kola bardağı çekti."
Kovayla gelseydin?

Teoman bir sağa bir sola baktı, sonra kıymetlisini ortaya koydu. Şuayip şişeyi kapıp kendine doldurduktan sonra benim bardağı da doldurdu.

Etraf dağılmış kağıt parçaları ile doluydu. "Ne şimdi bu kağıtlar?" dedim. 

"Nietzche düşüncelerini yazmaya çalışırken kendini kesiyor kağıtlarla" dedi Teoman. 

"Sonra da işe mi başlıyor?" dedim. Tip tip yüzüme baktı. 

"At nerede kaldı?" diye gergince sordu yerli Gaspar Noe.
İşin içine atlar da girdiğine göre bana müsade diyecektim ki, atın Faruk olduğunu öğrendim. Şuayip "Faruk partiye gitti, bugün gelmeyecek." dedi. Teoman saçma sapan bir şekilde gerilirken Faruk'un kendisine verile verile Nietzsche'nin sarılıp ağladığı at rolunün verilmesinden dolayıp gelmediğine emindim. Rolün bana teklif edilmesi ise en son istediğim şeydi.

Şuayip "Atsız çekeriz bizde." dedi. Teoman çıldırdı "Atsız Nietzche'mi olur!" 
Bu adamdan tırsmaya başlamıştım. Cin çarpmış gibi bir şeydi. 

Biz bu ulu sanat adamının hezeyanları ile uğraşırken Vefa'da Papatya ile muhabbeti götürüyordu.
"Sonra da işte film kopuyor Nietzche bizim bildigimiz Nietzche oluyor."
"Ama ben bir tane Nietzsche biliyorum?"

Muhabbetten sıkılmıştım. 
Herkes ilk kadehini içtikten sonra Şuayip ağzı kaymış bir şekilde "Hadi başlayalım." dedi. Bende kenarda büyük bir merakla cümbüşü izlemek için yerimi aldım. Işık filtresine kırmızı filtre taktık. Takmaya çalıştık daha doğrusu. Beceremeyince de Teoman zavallım ayağa dikilip kendi tutmaya başladı ışığın önüne filtreyi.

Vefa ve Papatya kameranın görüş açısıma girdiler. Karşı karşıya gelip bakışmaya başladılar. Sonra Papatya felaket bir kahkaha patlattı. "Ya biraz daha şarap versenize, role adapte olamadım."
Yıldız Kenter'e bir kadeh daha doldururken Vefa donuk tepkisiz tavırları ile bardağını alıp "Bende alırım." dedi. 
Bu esnada bende ikinci veya üçüncü bardağımı içiyordum zaten. 
Şarabın dibini görünce Teoman "Sanata biraz saygı ya! Meyhane oldu burası!" diye bağırdı. 
"Şuayip senaryomu vermiyorum abi! Böyle çekecekseniz bana müsade!" deyip atarlandı.

Şuayip salyalı ağzıyla kemçük kemçük baktıktan sonra hiçbir şey söylemeyince Teoman çıkıp gitti. Elemana üzülmüştüm. Bu aralar herkes için üzülüyordum. 

Şuayip "Ödevi nasıl teslim edeceğiz?" diye tribe girer gibi oldu. Hazır başlamışken Şuayip için de üzüldüm.
"Ben yardımcı olurum." dedim. 

O da "Kalmamam lazım." felan dedi kendi kendine sonra da "Neyse ya ben hatırlıyorum zaten senaryoyu." deyip kanepeye oturdu. Gamsız herif. Boşuna üzülmüşüm. 

Papatya salak salak gülüyordu. Ortam güzeldi, şarap bitmişti. "Kim şarap alcak?" dedim.
Kimsenin umrunda değildi. Şuayip son kazanını ufak ufak yudumluyor, Vefa yerdeki kağıtlardan uçak yapmaya çalışıyordu. Benim ise bu aralar fazla içtiğimden kafam olmamıştı. Alkol lazımdı. Para yoktu. Anlaşılan hiç birimizde.

Birden aklıma geldi "Vefa mekana gidecektik partiye!" dedim. Cevap olarak öylece yüzüme bakmayı seçti. 
Papatya'da "Dance dance dance with my hand hand hands!" diye şarkı söyleyip beni ayağa kaldırdı, sonra da koynuma düştü. Şapşal kız. 
"Partiye beni de götür." dedi. Şehvetli şehvetli bakıyordu. Bu aralar bahtım açılmıştı herhalde.
Düşündüm aslında güzel olabilirdi ama hayır sarhoş bir kızı idare etmekle eğlenceyi kaçırmak istemezdim.

Bilin bakalım mekana kimle gittik? Vefa, ben, Papatya. 
Sonra Papatya'yı bir bar taburesi üstünde babasının öldüğü yaşta bıraktık. En son gördüğümde içmeye devam ediyordu. 
Mekan canlıydı. Tüm fakülte sevişiyordu. Şans çarkı çevirip üç bardak vodka redbul hakkı kazandım, keyfim gıcırdı. 
Vefa bir köşeye geçip defter çıkardı. Sonra sigara yaktı. "Ne yapıyorsun lan?" dedim. 

"Yazacağım," dedi "Gözlem için güzel fırsat. İnsanın hayvani içgüdülerini, gündelik hayattan daha özgür bir ortam bulduklarında, asıl oldukları kişilere nasıl dönüştüklerini yazcam."  Vefa'nın ictiği şeyin sigara olmadığı hakkında bazı şüphelerim gelişmişti. 

Mekanın asma katına çıktım. Etrafı kesiyor, vodkamı yudumluyordum. Dilan'ı gördüm. Mekanın sahiplerinden biriyle baya sıkı fıkı muhabbet içindeydi. Beni neden partiye çağırmadığını düşündğm. Aramız yoktur dedim sonra. Bardağı dipledim. Hızlanmam lazımdı. İkinci bardağı da yarıladım. Hızlanıp aşağıdaki cümbüşe dahil olmam lazımdı. Nedense hızlanamıyordum. 

İçime bir dert oturmuş kalmıştı. Ceren meselesi aklıma gelip duruyordu. Ulan yoksa! Ceren'de mekanda hergelenin birinin koynunda mı acaba diye etrafı iyi bir kolaçan ettim. Eğer öyleyse sonu gelmez şekilde hızlanabilirdim.

Yoktu ortalıkta. Rahatladım. Ama Kenan vardı. Ev arkadaşım Kenan, etrafında bir sürü kızla gününü gün ediyordu. Bize gelince de iddiadan başını kaldırmıyordu. Ulan köpek madem böyle ortamın var, neden bahsetmiyorsun lan köpek diyesim geldi.

Kenan hazretleri kızların ilgisinden bunalmış olacak, masadan ayrılıp kapıdan çıktı. Ulan Kenan demişken İso ne yaptı acaba? 
Saçma sapan şeyler. Ne olacak bu cocuğun hali? Bir gönlünü almak lazım. Keşke mekana çağırsaydım. Ulan ben bile davetsiz geldim aslında, nasıl çağırayım ki! Kenan da çağırmamış anlaşılan yada çağırdı da gelmedi mi ki? Kesin gelmem demiştir. Evden bile doğru düzgün çıktığı yok ki böyle yerlere gelsin.
Bende tam malım ha. Şöyle bir mekana gelmişim kırk yılın başı düşündüğüm şeylere bak. Birde Vefa'ya garip diyorum. Az daha düşünsem İttihat ve Terakki'yi kuracağım. Neyse işte o ara mekanı polis bastı. 

Polis mi bastı! 

Mekanı polis basmıştı. Hemde joblar ve biber gazları ile! Ne oluyor lan? Tuttuklarına geçiriyorlardı jobları. İzinsizmiydi lan bu parti noluyor demeye kalmadan mekana gaz attılar. Çığlık çığlığa kim kime dum duma bir hal olmuştu saniyeler içinde. Az onceki sodom gomore'den eser yoktu.

Gaz bana da tesir edince kendimi kaybettim. Eylemci tayfa alışıktı böyle şeylere ama ben yolda kimlik sorgusuna bile denk gelince eli ayağına dolaşan öz ve öz vatan evladıydım. İlk defa yaşıyordum böyle bir şey.

Gözlerim yerinden çıkacak gibiydi. Burnum sızlıyordu. Asma katın lavabolarından birine kendimi kapatıp tazikli suyla gözlerimi yıkamaya çalıştım. İlk başta rahatlatsa da daha da yakmaya başladı. Tişörtümü çıkarıp ağzımı burnumu kapattım. Gözlerimi açamıyordum. Aşağıda ne olup bittiğini anlayamıyordum. Sesler iyice birbirine giriyordu. Bağırmalar cağırmalar. Felaketti.

Beni mekanda çalışanlardan biri yarı baygın halde tuvalette bulup kaldırdı. Mekanda ne cam ne çerçeve kalmıştı. Ortalığı toparlamaya çalışanlar haricinde kimsecikler de yoktu. Baykuşla eve döndüm. Döner dönmez de düşüp yattım.