Yolların Sonu
"Sen ne iş yapıyordum abi?"
"Ben astsubaydım."
"Malul mu oldun?"
"Hayır, istifa ettim."
"Zor meslek."
"Zorluğundan değil."
"Ya?"
Bir lâhza sükut.
"Piyade mi, jandarma mı?"
"Sen şimdi merak ediyorsundur. Kağan abi niye bana çıkıştı böyle diye. Kızıyorsundur belki içinden. Kusura bakma sert davrandıysam. Bazı şeyler uyandı içimde. Sende kendimi gördüm, mani olmam lazım dedim."
Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Kağan abiyi sahaftan tanıyordum. Pek konuşmazdı. Bol sigara içerdi. Gözleri hep dertli bakardı. Ters bir insandı. Öyle görünüyordu. Hiç yaklaşıp konuşmamıştım.
"Bir kız vardı. Deliler gibi yanmıştım. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. Şuanki halimden daha derbederdim. Kızın da gönlü vardı. Kafama koydum, evlenecektim kızla. Evlenecektim evlenmesine de; ne para var ne pul. Güvencemiz yok. Kızı rezil etmenin manası var mı? Yok.
Mesleğe girdim sonra. Ama sorma nasıl mutluyum! Eğitim bitecek kızı isteteceğim, gün sayıyorum. Bizimkilere anlattım. Çok sevindiler. Daha önce görmüş annem, çok yakıştırmış bizi.
Eğitim bitti, beni doğuya atadılar. Kız 'Yapamam seninle.' dedi. 'Senin mesleğin zor. Doğusu ayrı batısı ayrı, gurbeti ayrı sılası ayrı, yol gözlemekle mi geçecek benim ömrüm?'
Çok kızdım, o kadar öfekelendim ki napacağımı şaşırdım! Dağ başı bir karakoldayım. Tehlikeli zamanlar, tak diye çıkıp gidemiyorum. Onunla konuşuyorum yok , bunla konuşuyorum yok. Çıkarın beni diyorum, gözüm dönmüş, zarar vereceğim birine ya da kendime! Kafama sıkmayı bile düşündüm! Ulan ben senin için kalkmış memleketimden çıkmış, bir dağ başına gelmişim! E be kadın, bu ne nankörlüktür! Ne kendini bilmezliktir! Çıldırıyordum!
Karakol mahrumdaydı, bina ve nöbet kuleleri,mevzi dışında gezinmek tehlikeliydi. Ben deli gibi içtima alanında dolanıyordum. O sırada karakola taciz ateşi açtılar. Beni vurmaya çalıştılar! Silahı kaptığım gibi karşılık verdim. Ver Allah saydırıyorum! Ben saydırıyorum karşıdan ateş gelmiyor. Anladık puşt taciz edip kaçmış.
Sırtıma çantayı yükleyip, bir timi elime verdiler. Kaçanın peşine düşecektim. O vakit mesleğin ağırlığını anladım. Hepsi yirmili yaşlarında gencecik çocuklar. Bende çok büyük sayılmazdım ama kaybedecek birşeyim kalmamıştı benim. Onların önünde hayat vardı. Başlarına bir şey gelirse ilk önce ben kahrolurdum. Çıktık dağlara it aramaya!
O gün benim hayatımın döndüğü andı. O günden sonra başka biri oldum. Geçmişi, dünü, memleketi unuttum. Unutmak zorundaydım! Dağlar, taşlar, düşman, timdekilerin canının derdi, yağmur, soğuk, kar derken düşünecek ne zaman ne imkan vardı. Ev yok, bark yok. O dağ senin bu dağ benim dolaşıyordum. Şehir ne unuttum. Kaldığım en lüks yer, en fazla bir dağbaşı karakoluydu. Bir süre geçtiki sivil hayatı hatırlamıyordum.
Ama o olay gerçekleşti. Beni yine bir acıdan alıp başka bir acıya sevk etti."
"Ne oldu abi?"
"Şerefsizler köyün birinde gariban öğretmen bir kızcağızı vurmuşlardı. Haftalardır soluksuz mesüllerini arayıp duruyorduk. 'Ulan bizim içimiz yanalı çok olmuş! Belki bir sevdiği vardı. Belki yolunu gözleyen vardı! Ne istediniz lan kızcağızdan' dedim! Hayat katilleri! Gözüme uyku girmiyordu. Onları bulmadan bana rahat yoktu. Kabuslar görüyordum adeta.
İstihbarat geldi. Şerefsizler Aliboğazı'na saklanmışlar. Orası öyle bir yerdir ki, ne zpt çıkar, ne helikopter! Öyke sarptır, öyle derindir, öyle soğuktur. Ben bu istihbaratı aldığım gibi oraya gitmeye karar verdim. Komutanları ikna etmeye çalışıyordum. 'Bu mevsim oraya girilmez' dediler. 'Pusu atıp baharı bekleyeceğiz.'
Kabul etmedim. 'Ölürsün' dediler 'öldüm' dedim! 'Timin ne olacak?' dediler. Kendime gözü kara adamları topladım. Kaygısız, benimle gelmeyi kabul eden, geri dönmeyi düşünmeyenleri topladım. Beni gönderin dedim tekrardan!
Operasyon başladı. Gece karanlıklarında ayazda yürüyorduk. Kilometrelerce yürümüştük. Dört gün geçti. Su sıkıntı değildi, hallediyorduk bir şekilde ama yiyecek hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Aç kaldıkça soğuğu daha da hissediyorduk. İlerlemekte zorlanıyorduk. Geceleri donmaya ramak kala zor atlatıyorduk.
Beşinci gün bizim mevzilerden birinden keleş sesi geldi! O sesin üstüne bizimkiler nereye sıktığını bilmeden ateş etmeye başladı. Sızma mı yedik, karşıdan bize mi sıkıyorlar, timdeki korucular birini görüp mü ateş etti ne oluyor anlayamıyordum! Korucularda da keleş vardı. Ortalık curcunaydı, kim kime dum duma. Gece karanlığında bir şey de seçilmiyordu. Sesin geldiği ilk mevziye gitmem lazımdı. Mevzilerin arkasından dolaşırsam sızmaya gelmiş it sanılıp vurulabilirdim. Hemen yanımda bir kayalık vardı. Orayı dolaşıp mevziye ulaşabilirdim. Buz tutmuş kayada ayağım kaydı! Yardan düştüm. Olayın sıcaklığı ile anlamadım ama bacağımı kırmıştım!
İşte o olaydan sonra dünyam alt üst oldu yeniden. Bacağım düzelmedi! Topallamaya başladım. Seni batıya göndereceğiz dediler. Kabul etmedim! 'Olmaz'dedim. 'Yıllardır doğudayım ben. Batıda çalışamam! Bacağım sorun olmaz, ben göreve çıkmaya devam ederim.' dedim. Sendeleyerek yürüyen bir adam neyin görevine çıkacak!
Batıya taynim çıkı. Kabus günlerim başlıyordu. O kadar yılın ardından sivil hayata alışmak kolay olmadı. Sürüyle insan, metrolar, mesaiye yetişmek, gülen eğlenen içen insanlar. Herşey çok garip geliyordu. Askerlik dostum başka bir dünyadır. Bizim dünyamız farklıdır. Senin için yağmur ne demek? Yağmur benim için bir şahsiyettir. Dili vardır, duyguları vardır. Huyu vardır... Zordu...
"O kızı gördün mü abi bir daha?"
"Evlenmiş. Zaten bir konuştuğu varmış daha ben eğitimdeyken. Ben onunla hayaller kurarken o başkası ile süslüyormuş hayallerini. Arkadaşı söyledi. Herifle uzaktan yakından alakası yoktu. Muhabbeti bile yoktu. Bizse güzel şeyler yaşamıştık. Kadınları hiçbir zaman anlayamadım. Senin değerli saydığın onlarda hiçtir."
"Batıya gitmeyi neden bu kadar istemiyordun abi?"
"Anlatayım. Asıl korktuğum, asıl çekindiğim sonra başladı. Batıya alışmış sayılırdım, yine de çok özlüyordum doğuyu.
Masa başı bir işe vermişlerdi beni. Yeni başlayan astsubay çavuşlara görev içi eğitim veriyordum. O vakitler uzmanlar da yeni yeni gelmeye başlamışlardı. Doğudaki tecrübelerimi anlatıyordum. Batıdaki görev süreleri bitipte doğuya gittiklerinde ne yapacaklarını, dilim döndüğünce anlatıyordum.
Odamı Leyla astsubayla paylaşıyordum ama hayat şartları beni mermer kadar soğuklaştırmıştı. Kızla hiç konuşmuyordum. Kızıyordum da beni rütbedaşım biri yerine astsubay çavuşla aynı odaya verdikleri için. Doğuda o kadar zaman geçirmiştim ki iki rütbe atlamıştım bu arada.
Ölüm sessizliğini Leyla bozdu. Eğitimlere katılmak istiyordu. 'Sen operasyona çıkmayacaksın ki.' dedim. Öğrenmek istiyormuş, o da bu mesleğin bir ferdiyse öğrenmesi lazımmış, öyle söyledi. Kızın mesleğe bağlılığı çok hoşuma gitmişti. Eğitimlere bir müddet o da katıldı. Sürekli sorular soruyordu.
Eğitimler sayesinde buzları kırdık. Önceleri günlük şeylerden, işlerden konuşuyorduk. Zamanla ilerledi. Birlikte adam akıllı muhabbet ettiğim bir o oldu çıktı. Ve ben her eve gittigimde mutluydum! Uzun süre önce unuttuğum bir histi. Taş gibi olmuş olan kalbimde, bir sıcaklık hissediyordum. Üstelik kızın herhangi bir ekstra ilgisi yoktu.
O zaman içime bir yük oturdu. Ne olduğunu anladım. Onunla konuşmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Ne kadar kaçsan da insanın doğal bir ihtiyacıdır, seni anlayabilen biriyle konuşmak. Konuştukça da içine çekiliyordum. Ne kendime, ne ona itiraf edemiyordum ama bağlanıyordum. Yıllar sonra yine! Ve topaldım! Ne kadar istesem de göndermezlerdi beni doğuya artık. Bu sefer nasıl unutacaktım!
Yıllarca dağlarla, arazilerle, doğayla ve düşmanla çarpışan ben, bir kadından ölesiye korkmuştum. 'Ya' diyordum, 'Ya yine sonu aynı olursa?' Fena halde acı çekiyordum.
Doğuya gitmek icin dilekçe üstüne dilekçe yazdım. Bacağından dolayı batıda devam edeceksin dediler. Yapamazdım! 'Başka ile verelim.' dediler. Sorun ne ildeydi ne de Leyla'da, sorun bizzati bendeydi. Hayattan uzaklaşmak, insanlardan kaçmak istiyordum. Ben batıda kaldığım sürece, insanların bu kadar içinde olduğum sürece birilerine bağlanıp aynı acıları yaşamam an meselesiydi. Taş kesmiş kalbimi yeniden uyandırmamam gerekliydi!
İçim bu hengamelerle dolup taşıyordu. Leyla'nın bundan haberi yoktu. Ona hiçbir şey söylemiyordum. Kendimden soğutmaya çalışıyordum. Benimle muhatap olmasın istiyordum. Yaptığı işlerde açık arayıp yüzüne vuruyordum. Bağcıkları çözülse veryansın ediyordum. Ne disiplinsizlik bırakıyordum ne kılık kıyafet yönetmeliği. Ne suçu vardı kızcağızın?
İğrenç bir adam oldum çıktım! Dayanamıyordum! Ne kendime ne geri kalanına. Üstlerimle tartıştım. Doğuya gidemeyeceğimi anladım.
Leyla evlendi.
İstifa ettim.
Buralara geldim. Annem çok ağladı. 'Hayatını, kariyerini yaktın.' dedi. Topallıyordum, iş bulamıyordum. Çıkmazdaydım. Ne yapacağımı şaşırmıştım. O ilk kızın attığı tekme yıllar sonra yine kanlı canlı karşımdaydı. Bir gün avare gibi gezerken dizeler çalındı kulağıma.
"Gam mı ceylan gözlüler bizlere yâr olmasa?
Yeter ki kılıçlarla süngüler yâr olmalı."
Doğuyu aklıma getirdi bu dizeler. Orada ucuz dertlerim yoktu.
Hikmet abiyle tanıştım. Teselliyi de onda buldum.
İşte seni bugün bir kadının karşısında böyle aciz görünce dayanamadım. Çekip kurtarmalı bunu dedim. Daha da ileri gitmeden herşey çekip kurtarmalı. Dostum alışacaksın. Beni geç, senin yaşın genç. Bana kalırsa bir dava bul kendine. Ona adan. Bir kadın en nihayetinde kuldur, bugün vardır yarın yoktur. Dava kutludur, gider Tanrıdağı'na."
"Enes Öz."
