Köhne Bir Ev
(Boş bir sahne. Sadece küçük bir tabure var.
Koltuklarda tiyatro seçmesinin jüri üyeleri. Kadın sahneye girer. Tabureye
oturur.
KADIN: (Tiyatro seçmesinin jürilerine bakarak)
İsmim Melike, İstanbul’da doğup büyüdüm. Size bir hikayemi anlatmak istiyorum. Küçüklüğümden
beri köhne bir evde tek başıma yaşayarak, her şeyimi kendim yaparak, her
ihtiyacımı kendim görerek evim havasızlıktan koksa bile yaşamaya tutunup,
yaşamak zorunda kaldım. Annem trafik kazasında öldü, bende annemin acısına
dayanamayıp, sigarayı içtim de içtim… demek daha doğru olur, iç iç bitmiyordu.
Biliyor musunuz sigaranın dumanı nasıl da benimle içselleşiyordu? Evet, sigara içmek zararlıdır diyebilirsiniz
ama intihar etmeyi seçtim, kendimi yavaş yavaş acı çeke çeke öldüreyim diye
sigara içmeyi seçtim. Annemin arabanın altında ezilişi (Acıklı bir tonla) Kızım
beni kurtar demesi aklımdan gitmiyordu. Kaldırıma oturup, annemin can vermesini
seyrettim. O an elimden bir şey gelmedi. Can vermesi bana zevkli geldi. Neden
biliyor musunuz? Annem kıyafetlerime çok karışırdı. Artık takatim kalmadı. Ben
kıyafetlerim yüzünden yargılanmak istemiyorum. Şimdi soruyorsunuz merakta da
kalmışsınız ne yüzden karışırdı? (Güler) Ha ha daha uzun bir ceket yok muydu?
Arkanı dön de bir bakayım. Benim bildiğim ceketler uzun olurdu! Annem yaşadığı
sürece onunla savaşmak zorunda kaldım. Psikoloğuma annemi anlattığımda; ‘sen
savaşçı, güçlü bir kızsın ki, annenle savaşıyorsun’ derdi, yalnız kaldıkça
tutunacak bir dal aradım ama o dalı bulamadım. Şimdi köhne, havasız evler bana
çekici geliyor, benim yerim burası nasıl olsa ferah bir eve alışık değilim,
annem yaşadığında ferah bir evde yaşıyorduk, evlere çok meraklıdır ama bana
değildir, anca evleri düşünür, şu köşenin dizaynını nasıl yapsak? Her dizaynı
bana yaptırırdı ne yapayım bende düzenli biri oluverdim. Bu evde eşyanın
olmayışına aldırmayın, annem öldükten sonra hepsini attım. Saçı beyazlamış
kadın, öldükten sonra ne anlamı var, evde durmanın… Eşyalara baktıkça aklıma
kötü anılarım geliyordu, hepsi çöp oldu, içim rahatladı. (Ferahlayarak) Oh be…
Söyleyeceklerim daha bitmedi. Kötü anılarım… Annemin kocaman kızsın
‘makyaj yapma’ deyişi… Aynada saatlerce saçını düzeltecek vakti nereden
buluyorsun? Deyişi… duygularımı içime bastırdıkça ona sesimi çıkartmadıkça
kişilik bölünmesi yaşadım, ne bilim şizofreniye mi gidecektim? Aklımdaki
düşünceleri durduramıyordum, başka bakımlı bir kız bana diyordu ki; ‘boş ver
annene aldırma ruj sür, rimel sür, sürmezsen de aynayı rujla karala… Onu bile
yaptım düşünebiliyor musunuz? Sonunda akıl hastanesini boyladım. Odaya genç bir
psikolog girdi. Senin derdin ne? Dedi. Niçin böylesin? Dedi, bende annem
diyemeden ağlamaya başladım. Ah anne… Annem ağlamama bile kızardı, ‘of melike
şu derdini ağlamadan anlat’ anlamıyorum seni. Küçücük bir çocuktum ben! Yaşım
almış başımı gidiyor, 30 yaşımdayım ama hala derdimi ağlayarak anlatıyorum,
bende diğer kadınlar gibi güçlü bir
kadın olup, çocuk gibi ağlamak istemiyorum. Derdimi ağlayarak anlatmak
istemiyorum içimden yüzüne bakarak; ‘tamam anne. Söz veriyorum, bundan sonra
ağlayarak bir şeyimi anlatmayacağım’ dedim. Ağlamamı içime attım, kimseye
göstermek istemedim. Gösterirsem ‘neden ağlıyorsun? Ağlama, derler diye
düşündüm. (Gözyaşlarını defalarca siler)
Annem
öldükten sonra içim rahatladı, insan hiç annesi öldü diye içi rahatlar mı? Ben
annemden kurtulduğuma seviniyorum. Oh be hayat! Bana karışan laf çarpıtan bir
annem yok diyorum, kendi kendime… Şimdi bu evde yapayalnızım hem de yapayalnız…
Evimiz yokuş
bir yerde iki katlı. Evden çıktım, anahtarla kapıyı kilitledim. Yokuş aşağı
bara giderken, çekik gözlü, uzun boylu, simsiyah sakalları vardı. Yerimde
durdum, donup kaldım. Hani midemde kelebekler uçuşup pır eder ya, kalbimde küt
küt etmeye başladı. Yanımdan geçti, bende kendimden geçtim. Heyecanlandım yani,
ilk aşkımdı. Takip etmeye karar verdim. O lüks bir eve girdi, Adeta villa
tarzı, benim gibi köhne bir evde yaşayan yanına yakışır mı diye düşündüm? Yakışmazdı.
Kapısını çaldım kendimi ressam gibi tanıttım, halbuki işi gücü olmayan, hayatı
boş vermiş bir kadınım. Kapıyı açtığında çekik gözleriyle beni benden aldı.
‘Zaten bizde ressamı bekliyorduk, salonun duvarına büyük bir kedi çizecekti,
gecikti sanırım o sen misin dedi, bende ‘evet’ anlamında başımı salladım. ‘gel
içeri’ dedi. Ayakkabılarımı çıkartacaktım ki; ‘çıkartma biz evde ayakkabıyla
dolaşıyoruz’ dedi. Neyse uyum sağladım. Ayakkabımı çıkartmadım. Ama ‘biz’
kelimesi kafamı kurcalıyordu. ‘yanında boyaların yok mu?’ dedi. Bende ‘atölyede
unutmuşum’ dedim. ‘bekle onda var’ dedi. O kimdi biliyor musunuz? Salonda beyaz
renkli lüks koltuğa oturduğumda anladım. O karısıydı. Lüleli saçları, makyajlı
yüzüyle yanıma gelerek; ‘canım sen gelecek olan ressam mısın?’ dedi. Yüzüne
daldım. Kırmızı ruju çok dikkat çekiciydi, ben kırmızı ruj sürmeyi unutmuşum.
Sade bir yüzüm vardı. ‘bende ressamım da çizmeyi unuttum. Rafet’e ne yapıp
edip, kedinin çizilmesini istiyorum’ dedim. Bula bula seni mi bulmuş, köhne
kız’ dedi. Köhne,… beni çılgına çevirdi. Boğazını sıkmamak için kendimi zor
tuttum. Yalnızlığımı gidermek için çekik gözlü bir erkeğe aşık olmuşken hayal
kırıklığına uğradım. Rafet geldi. Boyaları bulamadığı söyledi, bende ‘neyse
boyaları bulduğunda sonra uğrarım dedim. Bir daha o villaya gitmedim. Hatta eve
kendimi hapsettikten sonra dışarı bile çıkmadım. Şimdi pencere açık
havasızlığın kokusu geliyor. Sanırım kusacağım, midem bulanıyor. (KADIN
tabureden kalkar. Tiyatro seçmesinin jüri üyeleri ayağa kalkarak alkışlarlar.
KADIN selam vererek sahneyi terk eder.)
"K.Nur D."
