Arafta Asılı

 


  Soğuk sisli bir hava. Şehir yine kabuğuna çekilmiş, eve dönüyorum.

  Demiryolu köprüsünün üstünden geçerken tren garının önünde bekleyen yolcu treni çarpıyor gözüme. Garda bekleyen tek tük insanlar. Sabahta görmüştüm bu treni. Ölü gibi duruyordu. Kimsesizliğe terk edilmiş gibiydi. Şimdi ise ışıklarını açmış. Dizel motorun sesi yankılanıyor.

  Köprüden aşağı baktım bir müddet. Trene atlayıp gitmek geldi içimden. Nereye? Nereye gidiyorsa oraya.

  Umarsızca kafamın estiği gibi hareket etmeyi özledim nicedir. Yıllar önceydi canım çok sıkıldığı için yine bir trene atlayıp çıkıp gitmiştim. Fakat artık beni bağlayan zincirlerle çevriliyim. Meğer ne büyük lüksmüş kafanın estiğince çekip gidebilmek.

  Yine kafamın estiği yolculuklardan birinde bir trendeydim. Aniden bilmediğimiz bir ıssızlığın ortasında soğuk bir gecenin köründe ansızın durmuştu tren.

  Tren durunca ışıklar da sönüvermişti. Kapıların hidroliği boşandı ve sonuna kadar açıldı. Kapıdan kafamızı uzatıp baktığımızda mehtap ışığında hayal meyal süzülen diz boyu kardı tek görebildiğimiz. Rüzgar yağan karı pulman vagonun içine içine savuruyordu. Yaşlılar huzursuzlandılar. "Çocuklar kapatın şu kapıları." dediler. Kapıları biz açtık sanmışlardı. Bir çocuk halen uyumakta olan annesinin kucağından inip paytak paytak kapıya yanaştı. Yürürken kafasındaki berenin ponponu sallanıyordu. Dışarıya bakmak istiyordu. Bıraksanız karla çocuklara özgü şapşallıkla oynar, saatlerce kendini unuturdu herhalde.

  Cümle cihan of puf ededursun trenin durması en çokta benim işime gelmişti. Herkes varmak istediği yere bir an önce varmanın derdindeydi. Bense varmak istemiyordum. Yolculuk bir araftı benim için. Ne geldiğim yerde huzurluydum, düşüncem oydu ki gideceğim yer de pek farklı olmayacaktı, ne gideceğim yerden.

  Sanki bir kum saati vardı. Herkesin bildiği, hissettiği ama görmediği bir kum saati. Tren ilerlerken aşağı doğru dökülüyordu kum taneleri ama trenin durması ile kum saati devrilip yan yattı. Kum taneleri yer çekiminin etkisi ile her iki boğumda da olduğu yere çakıldı. Zaman durdu. Hareketsizlik başladı. Arafta olmak herşeyden daha güzeldi.

  Yalnız soğuktu epey soğuk. Ben, yanımda varlığı benim için pek mühim olmayan arkadaşım ve trende tanıştığımız iki kız ısınmak için hareket etmemiz gerektiğine kanaat getirip vagonları gezmeye başladık. Birinden girip birinden çıkıyorduk. Her pulman ayrı bir dünyaydı. Adeta paralel evrenleri turluyorduk.  İşte bir çocuk, annesinin kucağında bir sağa bir sola kıvranıyor. Ve işte bir yaşlı adam. Kafasında takke, elinde tesbih, dudaklarında sessizce tekrarladığı dualar. Bir benzeri de bizim vagonumuzda. Aynı ama bir o kadar farklıydı her vagon. Kaderimiz birbirimizi tanımadan, bilmeden şans eseri aynı koltuklarına bilet aldığımız vagonlarda şekilleniyordu. Her vagonda eminim ki farklı hatırlar da yaşanıyordu. Biz aynı vagonda olduğumuz için tanışmıştık mesela kızlarla. Belki o an geçmekte olduğumuz vagonda da başka insanlar tanışmıştı. Onlar da belki birgün başka hikayelerde çıkar karşımıza.

  O kadar uzun yürümüştük ki kimsesiz bir vagona denk gelmiştik. Üstünde yaşam barındırmayan bir gezegene adım atmış dört astronottuk şimdi biz. Ve burayı sevmiştik. Biz bize olmak özel hissetirmişiti. Ayrıca bu vagonun kapıları her nasıl olsa açılmamıştı. İçerisi diğer vagonlara göre daha sıcaktı. Medeniyeti bu yeni gezegene kurma planı yapmadık. Issız gezegende ıssız bir yaşam sürmek, dinlenmek istedik. Medeniyetten yorulmuştuk, zaten ondan kaçıp gelmiştik bu gezegene.

  Mehtaba bakan pencerenin kenarındaki dörtlü koltuğa oturduk şimdi. Karanlık ancak mehtap sağolsun hepimizin yüzü yarı aydınlık. Her birimizin çehresi ay gibi artık. Yarısı ak, yarısı kara. Montlarımıza sarılıyoruz, birbirimize sokuluyoruz. Kızlardan biri botlarını çıkarıp dizini iyice kendine doğru çekiyor, pembe çorapları var. Koltukta olabildiğince küçüldü şimdi. Bir yumak gibi artık. Arafta olmak güzel. İşte bu an hiç bitmemeli. Hayatımın bu bölümüne kadar işte bu anı yaşamak için yaşamışım dediğiniz nadir vakitlerden birindeyiz. Bir şarkı mırıldanıyor kızlardan biri. "Şimdi Galata'da bir meyhanede." Arkadaşımın aklına yarım kalan şarap geliyor o ara. Bir an için kendi dünyamıza ışınlanıp geri geliyor. Şişeyi sırayla dönüyoruz. İçimiz ısınıyor, dudaklarımız uyuşuyor hafiften. Mayışıyoruz. Kız başını omuzlarıma koyuyor. Ben dışarı izlemekteyim. Şimdi karların içine bata çıka yürümekteyim. Az sonra karşıdaki dağ sülietine dahilim. Tepelerdeyim, üstümde paltom, ellerim cebimde. Uzakları izlemekteyim, nefesimin buharı süzülüyor. Dağı hissediyorum, o kudretini, o yalnızlığını, bütün o varlığını, heybetli duruşunu hissediyorum. Onunla bütünleşir gibiyim. Ondan bir parçayım.


  "Kalıp senin yanında, uzanıp koynuna, yarım kalan o şarabı içmeliydim.." mırıldanıyor sayın arkadaşım. Yanımdaki kız tam anlamıyla bana sarılıyor ve "çok sıcaksın." diyor her seferinde. Şarap bitiyor.

  Saçlarını okşuyorum. Kahverengi tonlarında saçlarını. Uyuyor sakince ama çok sakin uyuyor. Çok huzurlu, rüyasında ne görüyor? Eğer uyusaydım rüyamda yine bu anda olmak isterdim. Uyumuyorum, rüya gibi gerçeği kaçırmamalıyım biliyorum. 

  Onu izliyorum, arkadaşım ise gözlerini tavana dikmiş kıza hayallerini anlatıyor. İnsan hayal eder, oluru vardır. O olura varınca artık herşey mükemmel olacaktır. Mücadeledir hayat. Olura varmak isteriz. Kız hülyaya dalmışçasına dikkatle dinliyordu onu. Siyah saçlı yeşil gözlü bir kız. Hayallerde seyahat etmekte şimdi o da. Belki dinler görünüyor, onun da tahayyülünde kendi hayalleri.

  Bir telsiz sesi, kapı sürgüsü. Vagonun diğer ucundan parlayıp sönen telsiz ışıkları, iri bir süliet. Bize doğru yaklaşıyor. Adımları sert, yürüyüşü yorgun. Dibimize gelene kadar seçilmiyor çehresi. Kız uyanıp toparlanıyor. Şimdi hepimiz ona bakmaktayız. Gelen kimdir? Bir azrail, işte canımızı almaya gelmiş. Bu rüyayı bölmeye gelmiş bir sabah alarmı. Hayale karşı gerçek. Kondüktör, gömleği ıslak, sanki terli. Kel ve bakışları agresif, duruyor yanımızda. Geçip gitmeli. Arka vagonları gezmeli önce. Oysa ilk önce buraya uğruyor. Issız gezegenimiz insanlık tarafından işgal ediliyor. Telsiz hışırtıları arasında Nasa anons geçiyor görev bitti geri dönmeniz gerekli.

  "Vagonlarda kaloriferler çalışıyor. Işıklar da geldi. Burada böyle oturmayın donarsınız. Bu vagonu kapatacağım zaten."

  Ardından çok konuşan az cevaplanan telsizi ile beraber çıkıp gidiyor.

 Botlarını geri giyiyor kız. Yanımdaki toparlanıp ayağa kalkıyor. Yeni uyanmış bir insanın dalgınlığı var üzerinde. Arkadaşım şarap şişesini montuna saklıyor. Ben koltuğa çakılmış gibiyim.

  İşte şimdi vagonumuzdaki yerimizdeyiz. Çocuğun annesi uyanmış ona bir şeyler yedirmeye çalışıyor. Çocuk var gücüyle cama vuruyor abuk sesler çıkarıyor. Hala yağan kara dokunmak istiyor.

  Yaşlı adam uyuyan eşinin üstünden düşen battaniyeyi almış tekrar onu sarmaya çalışıyor. Bir adam köşede az önce kitap okuyordu, şimdi bir şeyler yazıyor görünüyor.

  Kalorifer çalışıyor, ışıklar gelmiş doğru. Ancak ben o vagondakinden daha çok üşüyorum, daha karanlıktayım. Arkadaşım uyuyor, kızlardan biri telefonuyla uğraşıyor. Her ne kadar çekmese de bilmem neye dalıp gidiyor. Öteki dalgın, çantasını kurcalıyor. Tren hareket ediyor, araf bitiyor. Pencereden mehtap seçilmiyor. Kum saati akıyor, yine herşey devam ediyor.


"Enes Öz."