Çöpün Kenarındaki Resim
Uzaktan bir papağan sanarsınız oysa o bir fildi. Çöpün kenarında duran bir tablonun üzerindeki rengarenk bir fil tasviri, bir tablo resmiydi. Kıyamamıştım onu atmaya çöpe. Belki biri alır evine götürür diye bırakmıştım hemen kenarına.
Onu oraya bırakıp son kez baktığımda ardından öyle karışık hisler içine düşmüştüm ki anlatamam. Sadece bir resim değildi bıraktığım. Benden bir parçaydı. Ben dediğim kişinin, kendi kimliğimin en önemli parçasını bırakıyordum oraya. Seyipliyordum.
Bu tabloyu zindanıma götüremem. Evim yok benim, kim bilir ne zamana kadar da olmayacak. Toplu yaşanan ve farklılıklara asla müsade edilmeyen bir yerde 'yaşıyorum'. Hayatımı kazanmam gerek bunun içinde bambaşka biri olmak zorundayım artık. Kendim olarak gittiğim yollar kapandı. Kendimi eğip bükmekten başka çıkar yolum kalmadı.
Nicedir içindeyim bu aynılığın lakin içimdeki sesi susturabilmiş değilim. Beni yargılayan, benden kendini susturmaya çalıştığım için hesap soran kendime karşı durmak bilmez bir vicdan azabım var.
O toplu aynılık alanımdan çıktığım nadir anlarda asıl benliğim yeniden bedenimi ele geçiriyor. Susturmak için ne yaptıysam işe yaramamış gibi sanki.
Bugün de beni aldı bir resim atölyesine getirdi. Saatlerce bir tuvali boyadım. Atölyedeki arkadaş perspektiften falan bahsetti. Biz üç renk yağlı boyayı palette birbirine katıp resmi oluştururken arkadan ince ince güzel ezgiler çalıyordu.
Yalnızdım orada. Bazıları sevgilisi ile, bazıları ise samimi arkadaşıyla gelmişti. Tek yalnız bendim. Çok yabancı hissediyordum oysa onlar çok alışkın gibilerdi. Bende onlar gibiydim ya bir zamanlar ne çabuk yabancılaşmıştım?
İçimde bir öfke vardı. Ona uygun bir yaşam alanı kalmamasına rağmen içimdeki kendimin var olmak için diretmesine öfkeliydim. Şuan burada olduğum için, bilhassa yalnız olduğum için öfke doluyum.
Atölye sonunda herkes kendi filini nasıl boyamış olduğunu çıkıp gösterdi bizlere. Benim ki ucube gibiydi. Çıkıp göstermekten hicap duyuyordum. Kem küm ederek çıkıp gösterdim. Herkeste bir vay, değişik, güzel, sevdim söylenceleri doldurdu atölyeyi.
Resmimi sevmişlerdi, oysa ben lohusa bir kadın kadar tiksinmiştim kendi yaratımdan.
Onu bana ait değil gibi görüyordum. Zorla kabul etmeye çalıştığım, kendimden hesap soruyordu. Zorla kabul etmeye çalıştığım, kendime yaptığından utanması gerektiğini haykırıyordu. Ve ona baskın geliyordu.
Bir yanım özünü elinde taşımanın sevincini duyuyor, bir yanım büsbütün suçluluğa batıyordu.
Atölyeden çıktığımda koltuğumun altında dışarıdan gözükmeyecek şekilde tutuyordum tabloyu. Biri görse bana kötü laflar edecekti sanki. Sanki bir günah işlemiş ve günah mabedinden çıkıyordum.
Onu kaldığım yere götüremezdim. Orayla büsbütün tezattı o. O herkesin aynı olduğu, biri diğerinden farklı bir adım dahi atsa geri kalanlar tarafından aşağılandığı ve hakarete uğradığı acınası aynilik zindanına koltuğumun altında renklere bezeli bir fil tablosuyla girersem onu dolabıma koyana kadar yaşayacaklarımı hayal dahi edemiyordum.
Burada ve korkarım artık geri kalanında ben de herkes gibi olmak zorundaydım. Beni bir süreliğine tekrar ele geçiren kendimin adeta elime peydahladığı bu yaratı ile olmazdı. Kendimi öldürmek zorundaydım, susturmak zorundaydım. Yoksa yapamazdım. Kontrolü tamamen ona kaptıracak olursam bu zindandan çıkmak için elinden geleni yapardı. Bu da tekrar düşkünlük günlerime dönmek demekti.
Habitatım haraptı, göçtüğüm diyara adapte olmak zorundaydım. Kanatlarım olsa da kara hayvanı gibi yaşamalıydım. Tavuklar ve devekuşları ve penguenler gibi. Kanatları olsa da artık uçma yetisini tamamen yitirmiş, kanatlarını köreltmiş kuşlar gibi.
Bir fildi kendim. Yavru ve hüzünlü bir fil. Sanki ailesi tarafından terk edilmek üzere olan bir fil. Arkasından kovalıyor ailesinin ama ona dönüp bakan yok. Ne kadar çabalasa da, koşsa da, şirinlik yapsa da boşuna. Habitat yok oldu, ona yaşam alanı yok artık. Ve işte yavru fil en güvendikleri tarafından yüz üstü bırakılıyor.
Veya zincire vurulmuş güçlü kudretli bir fildi kendim. Bıraksanız ağaçları yıkacak kudrete sahip ancak kadersizce zincire vurulmuş.
O çöpün kenarında hayata lanet ettim. Kendime yaşam alanı yoksa neden devam etmek için bu kadar çabaladığımı sorguladım. Cevap yoktu.
Çöpün kenarına tabloyu bıraktım. Arkamı dönüp bir kaç adım attım.
Ellerime baktım, kırmızıya bulanmışlardı.
Kimsenin bilmediği bir cinayet işledim o gün. O çöpün kenarında kendimi öldürdüm.
O günden sonra aynı vucutta kendimden başka biri sürdürdü varlığını, ben o gün öldüm.
"Enes Öz."
