Nesibe Hanım Portresi

 


     Beni renkli kumaşlara aşık bir terzi çırağı çizdi. Yılını hatırlamıyorum ama üzerimde bulunan bu renkler boyadan ve kumaştan mamul, tabi bir de gencin ruhunda ki aşktan. Siz göremiyorsunuz tabi beni, ilk halimi de bilemiyorsunuz, anlatayım sizlere.
          

      Efendim, ben ilk yapıldığımda terzinin güzeller güzeli kızı Nesibe hanımın tasviriydim. Terzi çırağı Osmanlı'nın en ünlü ressamlarından biri olan İbrahim Çallı'dan bir örnek, bir ilham olarak çizmişti beni. Şu an biraz solmuş olsa da, Nesibe hanımın eteklerine eldeki en kıymetli kumaşları ekleyip renklendirerek sonlandırmıştı beni. Ah gençliğim! ne güzeldi, ne heyecanlıydım bittiğimde. Beni güzelce kağıtlara sardı çırak. Çok mühim bir tabloydum belliydi bu kadar özenden. İsimsiz olarak dükkanın önüne koydu beni. E saf oğlan, kızın evine göndersene beni bir aşk mektubu olarak ama biz eşyalar karışamayız kimselerin yazgısına. Neyse efendim, çırak o gün bir bahane ile dükkana gelmedi. Usta açtı dükkanı beni gördüğüne memnun olmuştu ama içine bir kurtta düşmüştü. ''Bunu kim gönderdi?'' diye homurdandı. Esnafa sordu, getirip bırakanı gören yoktu. Pek telaşlandım bu sorgudan ya beni dışarı atarsa diye ama tekrar dönüp baktı, üstümdeki kumaşlara dokundu. ''İyi bakalım reklam olur, hanımlara mahsus kısımda sergileriz.'' dedi.
            

    Birinci aşamayı geçmiştik çırak ve bende. Rahatladım, kuruldum gururla hanımlara mahsus bölgeye.  O gün Nesibe hanım çıkıp geldi, babasına öğlen paydosu için azık getirmişti. Benim olduğum bölüme geçince ve beni görünce pür neşe oldu. ''Babacım, hep istiyordum zengin esnaf kızların tablolarından, artık benim de var. Kime yaptırdın?'' diye neşeyle sordu sorularını. Baba ''ah ceylan gözlüm, bende bilmiyorum ki.'' diyerek anlattı sabah ki mevzuyu. Nesibe hanım ''bana armağan olarak siz yaptırdınız sanmıştım.'' dedi. Sonra ''ama yine de çok güzel kim yaptırdıysa gelir konuşur zaten dedi.'' bana bir kez daha gözlerinin içi parlayarak baktı. Böyle güzel bir hanımı bu kadar mutlu ettiğim için keyfim yerindeydi. Ertesi gün çırak geldi,gururlanarak ama ustaya çaktırmadan baktı bana. ''Usta dükkana tablo mu aldın?''dedi habersizdi güya, ustanın başı kalabalıktı işten. ''Yok biri yollamış, gelsin söylesin teşekkür edeceğim. Hem dükkana çok yakıştı hem hanımların dikkatini çekiyor.'' dedi başını işten kaldırmadan. Çırak gülümsedi ama biraz endişeliydi yüzü. Benim keyfim yerindeydi, hanımlar kumaş için geliyor dönüp dönüp bana bakıyorlardı .Böyle böyle efendim tam bir ay geçti. 
            

   Nasıl oldu oldu o gün çırak ve Nesibe hanım benim önümde durup birlikte bana baktılar. Çırak hemen hamlesini yaptı karşısında diz çöküp Nesibe hanıma ilanı aşk etti. Nesibe hanım pek utandı, önce beyaz yanakları pembeleşti, tıpkı benim üzerimdeki gibi resmedilmiş bir güzelliğe büründü. Genç aşık bir kez daha aşık oldu. Nesibe hanım ona elini uzattı ''ama nasıl olur bilmem ki!'' dedi. Genç ''lütfen bana bir şans verin, çocukluğumdan beri size aşığım. Bakın bu tabloyu da ben çizdim, beni güzelliğinizden mahrum bırakmayın'' dedi. Nesibe hanım biraz tedirgin gülümsedi, mendilini genç çırağa bırakıp hızlıca uzaklaştı. Çırak heyecandan ve mutluluktan havalara uçuyordu. Taşkın bir neşeyle bana sarıldı, usta görmedi çok şükür, sonra bu deli yüzünden benim gibi kıymetli bir eser yerinden olabilirdi. Bu şekilde aylar mevsimler geçti.
            

   Usta başka bir gün neşeyle geldi. Nesibe hanım yine yemek getirmeye gelmişti babasına, sıklaşmıştı bu ziyaretler zaten. Nesibe'ye ''sana bir müjdem var ceylan gözlü kızım.'' dedi. Kız dikkatlice babasını dinliyordu. ''Seni beyin oğlu görmüş beğenmiş  istemeye gelecekler en kısa zamanda, hazırlıklarınızı yapın annenle dedi.'' Kız biraz utanmış ama daha ziyade üzülmüştü, kor yutmuş gibi oldu hiçbir şey diyemedi. Genç çırağı da görmeden aceleyle çıkıp gitti.
            

    Ne oldu sonra bilmiyorum bende pek merakta kalmıştım, ta ki o geceye kadar. Bizim çırak içmiş, kafa leyla. Bana bakarak bağır çağır devam ediyor gecenin bir yarısı. Manzara felaket ama o benim üzerimdeki manzaraya bakıp ah vah ediyordu.  Gürültüleri duyan yan taraftaki komşular ustaya haber uçurmuş, usta gelip bizim genci ve beni gördü, kıyamet koptu sonra. Usta ağzından köpükler çıkararak bağırıp çağırıyordu. ''Bre ahlaksız herif! iş yerinde içilir mi? burası bizim ekmek teknemiz. Hem sen ne hakla benim kızımın portresine bakarak içersin deyyus? Bre hain! ben küçüklükten beri seni dükkana usta olasın diye eğitmeye çalışırım, sen benim kızıma göz koyarsın ha alçak! Ben şimdi seni koymaz mıyım kapının önüne! diye döve söve çıkardı çırağı odadan. O geceden sonra usta bana tüm kiniyle baktı, parçalara ayırmaya kalktı beni, baya da hırpalandım.

            Ertesi gün Nesibe hanım geldi. Yüzü gözü şişmiş, hırpalanmıştı besbelli. Çekip çevirdi beni, sıkı sıkıya sardı, sonrasını bilmiyorum. Kaç gün kaç yıl geçti bilmem zamanı bilmem ben. Bir gün bulunduğum odanın kapısı açıldı, daha önce yüzünü hiç bilmediğim ama Nesibe hanıma çok benzettiğim güzel genç bir kadın beni açtı ''ah güzel annem!'' dedi. Gözleri dolu dolu bana bakıp ağladı, sonra beni bir ressama götürüp tamir ettirdi. Annesinin yanına da ek olarak kendi çocukluğunun aslına uygun olarak eklemesini tembih etmişti. Sonra beni büyük bir salonun baş köşesine koydu. Hatırlı dostlara akrabalara hep gururla anlattı beni. Çok şükür ki eski şaşaalı günlerime dönmüştüm.
           

   İşte böyle günler vakitler geçti yine. Nesibe hanımın kızı olduğuna emin olduğum kadın artık yaşlanmıştı. Torunlar bile gelir ara ara bana ulaşmaya çalışır, yaşlı nine onlara ''o sizin anneanneniz'' diye çıkışırdı. Onlar da hep aynı hikaye olduğunu bile bile ''yanında ki çocuk kim?'' diye sorup onu konuştururlar, hikayeyi en baştan anlatttırırlardı. Bir gece yaşlı kadın uzun uzun izledi, ağladı, anlattı, konuştu yine hep yaptığı gibi ama bu kez başka bir şey olmuştu. Birden yere yığıldı yaşlı kadın. Doktorlar, insanlar odalara girdi girdi çıktı. Eve pek çok endişeli ağlayan insan girip çıkmıştı. Bir gün büyük torun geldi eve, yanında başka kişilerde vardı. Evi uzun uzun anlattı, gösterdi. Bunlar da toplanıp gittiler efendim sonra yine kabak benim başıma patladı. Beni alıp bir kenara koydular sonra kendi evine götürdü büyük torun. Bu ev küçüktü, bana alenen yer yoktu, beni görende yoktu zaten burada. Sonra bir gün beni alıp antikacıya yol aldı hayırsız torun. Beni bir şişe şarap parasına sattı.
           

    Çok zaman sonra, ben satılmayınca, kapıya koydu beni antikacı. Kıymetli eşyadan anlamaz bir ahmaktı çünkü.  Kapının önünden hiç tanımadığım bir kız aldı beni, dikkatlice baktı artık yorulmuş olan varlığıma. Sonra biraz durup düşündü, kucakladı beni metro denen alete bindik onla. Herkes gülümseyerek bize baktı. Sonra tekrar kucaklandım, bir apartmana girdik, küçük bir öğrenci eviydi burası . Hayırsız torunun evine benziyordu, yeni bir hikaye başlıyordu. Bakalım nasıl olacaktı.


"Mine"