Bira ve Kül
Yalnızca bir tane bira alabilecek kadar param vardı ve ben tek bir birayla sarhoş olabilmek için elimden geleni yapıyordum. İçine kül atmak, birayı yutmayıp ağzında bekletmek ama bilhassa dilinin altında bekletmek. Bira içtikten sonra bol su içmek ve kattiyen işememek. Bir birayla sarhoş olmam gerekti ve benim daha fazlasını alacak param yoktu. Dertten sıkıntıdan önümü göremediğim zamanlardı ve ben doğru düzgün efkarlanamıyordum bile. İşte yokluğun dibi, var mı dahası?
Aradan zaman geçti. Artık bira alacak param vardı. Ama bu parayı o kadar zor kazanıyordum ki parayı kazanırkem biriktirdiğim stresi beş birayla ancak atabiliyor, beş bira içince normal insan sevyesine zor zat gelebiliyordum. Kazandığım para da biraya gidiyordu ve herşey başlangıç noktasına eşitleniyordu. Bira var ama para yok. Stres ise hiç eksilmedi.
İçki içmekten de kendimden tiksindim. Bu kadar anlık hazların peşine düşmüş olduğum için kendimden hicab duyuyordum. Oysa ben hep uzun vaadeli hazların ve başarıların yılmaz çabalayıcı olmuştum. Zamanım elimden alınmıştı, kadere mahkum olmuştum. Uyandığım andan yattığım ana kadar bana biçilen hayatı yaşıyordum. Kendi hayatımın kontrolünü yitirmiştim. Bu halimle ben adeta manda altında yönetilmekte idim. İskender'e boyun eğip esir düşmektense kendilerini canlı canlı yakan Termessos halkı geliyor gözümün önüne. Onlar kadar cesaretli değildim. Esaret altında yaşamaya devam ediyor bana bira alabilecek parayı verdikleri için mutlu oluyordum. Sahip olduklarımın bana sahip olduklarını fark edip biradan feragat etsem de temel insanı ihtiyaçlarımı idame etmek için dahi bu esarete dayanmam gerektiğini görebiliyordum. Ben Tuncay, on sekiz yaşındayken esaretin peşimde olduğunu fark ettim. Yirmi dördüme kadar kaçtım. En sonunda kementi boynumda buldum.
Dilerim tekrar, dilerim tekrar ilk içtiğimde ki gibi tıpkı, sadece keyiften, sadece canım istediği için, hiçte ihtiyacım olmadığı halde, yeniden sadece tadına odaklanarak bira içebilirim. Umarım, umarım, umarım...
"Enes Öz."
