Afrika Çiçeği
Ben Batı Afrika kökenli bir çiçeğim. Fakat Ankara'da doğdum. Tarım fuarıyla Kahramanmaraş'a geldim. Fuar sahipleri beni Kahramanmaraş'a bırakınca orada günlük yevmiye usulü çalışan Zeliha sahiplendi. Zeliha bir sene suyumu, gübremi verdi. Sonra ben bir hastalık süreci geçirdim. Zeliha'nın kardeşi beni ilaçladı, güneşletti. D vitamini ve klorofil eksikliği varmış, bunun çaresi yakınında olan canlıların karbon üretmesiymiş. O günden sonra Zeliha beni yanlız bırakmadı.
Aslında ben çiçeklerin yüz karasıyım. Çiçek açmam, yaprak çıkarmam öyle arsız huysuz memnuniyetsiz bir çiçeğim ben aslında. beni en çok üzen şey de çevrede bana benzeyen bir çiçeğin olmaması yani odada başka çiçekler var ama hiç biri benim tipimden ve polenimden dolayı benimle aynı odada olmak istemiyor. Yani öyle demiyolar da soluyolar. Bir çiçeğin solması sonun başlangıcı. Solmaya başladıysan ölürsün! İşte bu yüzden ben çiçek açmam, sadece diken çıkarırım. İçimdeki problemleri bedene yansıtırım.
Yıllar böyle geçerken Zeliha kardeşinin serasına götürdü beni. Orada kabaklarla, domates fideleri ile arkadaş olduk, kaynaştık. Kabak çiçekleri benim gibi dikenli, açmayan bir çiçek. Kabak çiçeklerini seviyorum onlar da çirkin, dikenli bana benziyolar. Kimse yaklaşmak istemiyor yaklaşırsa da bedelini ödemek zorunda kalıyor. Aslında kabak çiçeklerini şu yüzden de sevdiğimi farkettim onu sevmek bedel istiyor tıpkı hayatta ördüğümuz duvarlar gibi.
Velhasılkelam seradan da taşındım köye yerleştim, dağ köyüne. Burada havası güzel, doğası temiz dev ceviz ağaçları yoldaşım oldu. Sonbahara kadar kaldık, sonra benim çiçek açmamam için şehire geri döndük.
Yüz dönüm, geniş, bol minarelli, toprağı güzel yerden eski kasvetli odama taşındık. Odamda yine meymenetsiz Yasemin Çiçekleri vardı. Onlar çok büyüdüğü için çabuk tahliye ettiler odamı. Sonrası derin bir yalnızlık. O kadar yalnızdım ki yapraklarımı sayıyordum; dökülen, kırılan, ölen yapraklarımı, dikenlerimi özlüyorum.
Bu arada yine bahar geldi. Geniş ceviz bahçesine taşındım. Eski arkadaşlara kavuştuk özlem giderdik. Cevizler, kayınlar, meşeler ile hasret giderdik Sonra etrafımda dikenler ve biraz da uyuz ısırgan otları çıktı.
Artık kendimi kendim gibi hissediyorum. Dikenler tomurcuklarını savuruyor ve ısırganlar çiçek açıyor. Çiçek açmak bitki dilinde ölüm demekti anladım artık onlar da gidecek, ben yalnızlığımla baş başa kalacağım. Kim beni soracak? Kim bana karbon salacak? Kim bana yoldaşlık edecek? Kim benimle mineral semirecek? Kim benimle gece yakamoza bakacak? Suyun üstünde ay ışığı vurunca, kurt uluyunca, koyun gelince, beni kim cesaretlendirecek? Ah ulan ısırgan! Seninle çok can yakacaktık neden bu elveda sol yanımı sarmak varken?
Günler böyle geçerken yine sonbahar geldi. Yine dönecektim küçük kasvetli odama.
Geldik bakalım yeni bir şeyler olmuş, odam değişmiş. Güneş görmeyen odadan güneşli geniş bir odaya geçtim. Bir tane kaktüs alınmış odama onla baya muhabbet ettik. Baya iyi bitkiymiş oda Afrika'dan zorla getirilmiş. O da çok yalnızlık çekmiş. Bir kere çiçek açmış, bir kere sevdiği dikeni kaybetmiş. O yüzden ona Gül Pembe demişler. Çiçekler aleminde çok sevilmeyen, normal güzellik algılarına hitap etmeyen iki çiçektik. En fazla atılmasın Allah yakar korkusu ile eve alınmış iki çiçek. Başka bir şey değildik ama mutluyduk. Sahi beni anlayan, tamamlayan bir kaktüs aslında. Bende bir kaktüsum kimsenin sevmediği sadece "Allah yakar!" korkusu ile atılmayan bir klorofil artığı. Artık iki çiçektik biz birbirimizi tamamlayan, yalnız bırakmayan, sohbet eden, gülüşen hür çiçeklerdik!
Sonra bir gün geldi Zeliha bizi çöle götürdü. Toprağımıza kavuşturdu. Memleketimize, ait olduğumuz yere döndük. Geniş sahraya! Bir yere ait olmama hissinin klorofillerde yarattığı tahribati insan bile veremez. Her çiçek, herkes ait olduğu yerde açar. Bir yere ait olmamak, oralara, ait olmadığın yerde olma mecburiyeti bu klorofillerimi kemiriyordu ama artık kendi topraklarımdayım. Artık yeşerme vaktidir. Gül Pembe ve ben artık ait olduğumuz topraklardayız.
"Hasan Akçakaya"
