Bahar


 

Sevgili günlük dünyanın en uzun pazar günüydü. Annem beni bugün İstanbul’a taşınma günü diyerek telaşla uyandırdı. Ben biraz daha uyumak istiyordum ama sınıf başkanıydım ve sorumluluklarımı yerine getirmem gerekiyordu. Annemse çok yorgundu. Her gün taşınacağız diye evden eşya göndermek onu baya zorlamıştı. Hem bu yüzden odamda baya boştu artık. Bu boş odadan kurtulup İstanbul’a gideceğim için mutluydum. Annem bir kez daha seslendi mutfağın kapısında ‘’Haydi Bahar haydi güzelim!’’ ikinci haydi tehlikeliydi. Hemen pembe terliklerimi ayağıma giydim çünkü halılarımız bile bizden önce İstanbul’a gittiği için yerler soğuktu. Ayaklarım üşüyünce de karnım ağrıyordu. Bu yüzden okula gidemediğim zamanlarda başkan yardımcım Yunus Emre başka kızlarla konuşuyordu. Bunu istemem çünkü o benim yardımcım. Hem de onu en çok ben güldürüyormuşum öyle diyor hep. Hatta bir keresinde benim için şarkı söyledi bense onun yakalığını düzelttim. 

Sahi ben gidince ne olacaktı? Kim başkan olucaktı? Öğretmenimle bu konuyu görüşmem gerekti. Belki annemler İstanbul’a gider öğretmenim de "Bahar burada çok gerek, başkan olarak ondan başkası bunu yapamaz." deyip beni annemler gelene kadar yanına alırdı. Ah ne kadar güzel olurdu ama o zamanda annemi babamı çok özlerdim. Ben sadece yedi yaşında bir kız çocuğuyum, bunları düşünmemem gerekiyordu. Bu hep babamla annemin suçu! Bu yaşta hala düzen kuramamışlar, taşınıyorlarsa neden ben bundan sorumlu oluyordum ki? Hele babam bir haftadır gidip geliyor benimle hiç ilgilenmiyordu. 

Kahvaltı kokulu mutfağa girince keyfim yerine geldi. Annem koltuğumu çekti. Ben koltuğa oturunca yanağımı öptü ve babamın bugün gelip kalan eşyalar ve bizi alacağını söyledi. Bense ona babama küstüğümü onla konuşmayacağımı söyledim. Annem gülümseyip "Babasının kızı! Gelince görürüm ben sizi." dedi. 

"Bugün vedalaşman ve evrak işlemleri için son kez okula gideceğiz." dedi annem gözü telefonunda. Bense bu duyduklarıma çok üzüldüm. Doğru ya İstanbul’a gitme günü bu anlama geliyordu aslında. Ben uyku sersemi olduğum için durumun vehametini anlayamamıştım. Kahvaltımı ederken annem üzüldüğümü anlayıp benle konuşmaya çalıştı. ‘’Sıkma canını, bak orada da okula gideceksin. Belki yine sınıf başkanı olursun. ‘’ dedi. Benimse gözlerim dolmuştu bile. ‘’Oradaki çocukları da öğretmenleri de tanımıyorum ki! Hem sonradan gelen başkan olamaz, başkan senenin başında seçilir." dedim tek sorunum buymuş gibi. Annem elimi tutup ‘’Sende seneye başkan olursun sıkma canını Bahar'ım." dedi. Bende ‘’Belki ama sadece bu değil ki!" diye itiraz edecektim ki kapı çaldı.

Annem neşeyle "Babandır!" diye cıvıldadı. Hızlıca kapıya bakmaya gitti. Babamdı gelen, mutfağa gelir gelmez kolarını açıp beni çağırdı. Bu isteği nasıl çevirebilirdim ki özlemiştim onu. Doyasıya kucaklaştık, yanaklarımı sevdi, bir sürü güzel şeyler söyleyip gönlümü aldı. Annem ‘’Babanla konuştuk, şimdi biz okula gideceğiz o da ustalarla gelip malzemeleri yükletecek sonra da İstanbul!" dedi. Ben ayrılık vakti geldiği için üzgündüm. Anneme bir şey demedim. O beni odama götürdü giydirdi. Biraz gıdıkladı, gönlümü almaya çalıştı ama olmadı.

İkimizinde yüzü asık bir şekilde okula vardık. Annem ders arasını beklememiz gerektiği için bir kahve aldı. Bir yandanda bana İstanbul’un ne kadar güzel ve büyük olduğunu anlatıyordu. Zil çaldı, ders bitmişti. Arkadaşlarımla son teneffüstü. Annem ‘’Ben öğretmenle görüşürken sen de vedalaş arkadaşlarınla gideceğiz sonra." dedi.

Sınıfa gözlerim dolu dolu girdim. Tüm arkadaşlarım biliyordu gideceğimi hepsi bir ağızdan bir sürü şey söylüyorlardı. Hepsi çok üzgündü sonra Yunus Emre’yi gördüm. Gözleri benimkiler gibi doluydu. Elimi uzattım tuttu. Sonra hilekar bir bakışla gülümsedi bana . ‘’ Bence seni saklamalıyız, bulamazlarsa seni bir yere gidemezler sonuçta!" dedi sonra da göz kırptı. Bense şaşkın bakıyordum sadece. Zar zor ‘’Annem çok üzülür.’’ diyebildim. Oysa fikrinde kararlı idi. ’’Onlarda seni üzüyor!’’ dedi, haklıydı. ‘’Haklısın ama nasıl olucak o?" dedim.  Beni kendine doğru çekip öptü. Tüm sınıf bunu görmüştü. Çok utanmıştım bunu kimse görmesin tamam mı günlük. ‘’Bana güven!’’ dedi. Hızlıca beni çekiştirmeye başladı. Çıldırmış galiba diye düşündüm. Önce sınıfın kapısından sonra okulun kapısından hızlıca çıktık. 

Biz bu maceraya atılırken tek düşündüğüm şey annemdi. Bana çok kızar mıydı ki? Okulun karşısında bulunan kırtasiyeci amca bizi görmüştü ‘’Nereye böyle?’’ diye sordu kafasını camdan uzatıp. Yunus Emre ‘’Baharın annesi bizi bekliyor, gitmemiz lazım.’’ dedi. Böyle kolay inanmasına şaşırmıştım kırtasiyeci amcanın. 

Okulun binası bittikten sonra caddelerce yürüdük. Bir yandan da Yunus Emre korkmamam için bir şeyler anlatıyordu. Belki bir saat belki iki saat o şekilde yürüdük. Işıklı ayakkabılarım ayağımı acıtmaya başlamıştı. Yunus Emre’ye nereye gideceğimizi sordum. ‘’Pek düşünmedim." dedi her zamanki haliyle. Ona yorulduğumu söyledim. O ise bana ‘’Mızmızlık yapmamalısın yoksa İstanbul’a gidersin.’’ dedi. Bu  o kadar kötü bir şey değildi ki! Babamı özlemiştim, bu aptal macera yüzünden babamla daha az zaman geçiriyordum. Yunus Emre bir süre sonra ‘’Gideceğimiz yeri buldum, orada hem oyun da oynayabiliriz. Hep orada kalırız belki."dedi. 

Bense annemin anlattığı İstanbul’u düşünüyordum. Hep çok severmiş orayı içten içe ancak bir türlü gidememiş çocukluğunda. Radyoda İstanbul'un yol durumunu bile dinlermiş. Orada sayılan semtleri ezbere bilirmiş. Üniversite yıllarında Ankara’da okumuş annem. Orayı da çok sevmiş ama İstanbul hep başka bir sevdaymış onda. Öğrenci evinin duvarında güzel bir İstanbul tablosu asılıymış. Orada çok dostları ve akrabaları olduğu için çok gezmeye gitmiş.  Yaşamak için ise ancak şimdi gidecektik, tabi beni bulabilirse. İyice huzursuzlanıp ağlamaklı olacaktım ki tanıdık bir yere geldik. Babamla hep oynamaya geldiğimiz parka gelmiştik. Yunus Emre ‘’Ta tata tam beğendin mi sürprizimi?’’ dedi. Bende ‘’Evet ama acıktım.’’ dedim. O zaman da ‘’Bak büfeci amca! Hemen tost isteyelim, babam öder sonra.’’ dedi. O tarafa doğru yöneldik. 

Büfeci amca "Hah kaçaklarda burada işte." diye karşıladı bizi. Önce kaçmaya mı çalışsak bilemedik. Resmen şaşırıp kalmıştık sonra büfeci amcanın yanında ki eşi ‘’Bahar annen aradı kızım gelip sizi alacak. Gelin oturun o arada bir şeyler yiyin.’’ dedi. Resmen ilk kaçma deneyimimizde kıskıvrak yakalandık sevgili günlük. Annem kısa bir süre sonra geldi ama o süre bana çok uzun geldi kızacak mıydı? Üzülmüş müydü? Yorgundu üstelik. Karşıda beni görünce tüm yorgunluğu silinmiş gibi geldi bana. Tek kaşını kaldırıp ‘’Bahar bu ufak seyehatinin sebebini sorabilir miyim?’’ dedi. Hiçbir şey düşünmeden koşup bacaklarına sımsıkı sarılıp ağladım. Yunus Emre bana kızgın kızgın bakıyordu. Anneminde gözleri dolmuştu. 

Bu duygu selinden sonra günlük, annem bizi okula götürdü. Yunus Emreyi öğretmene teslim etti. Biz gideli saatler oldu sanıyordum ama öğretmenimiz Yunus Emre'nin annesini aradığında bir saatliğine kaybolduğumuzu söylemişti. Oysa bu süre bence saatlerdi. Dedim ya günlük yılın en uzun günüydü ve babam henüz kaçtığımı bile bilmiyordu. Kim bilir ne diyecekti. Annem elimden tutup eve getirdi beni. Ona bizi nasıl bulduğunu sordum. O da ‘’Her yere ekmek kırıntısı bırakmışsın şapşik.’’ dedi. Dudağımı büküp anlamadığımı ifade ettim. O da çantamın hafif açılmış fermuarından düşen pelür kağıttan çiçekleri gösterdi.’’ Üstelik kırtasiyeci benim okuldan telaşla çıktığımı görünce sizin park yönüne gittiğinizi söyledi.’’ dedi. Bende ‘’Yani çok endişelenmedin o zaman?’’ diyerek suçumu hafifletmeye çalıştım. Annem ‘’Endişelendim ve üzüldüm aslında ama bu önemli değil. Sen buradasın ve kısa sürede çözüldü.’’ dedi. Bu kaostan sonra eve ulaştığımızda kapıyı babam açtı ‘’Seni seni!’’ dedi kafa sallayarak. Gözünün içine baktım ciddi değildi gülümsedi sarıldık. 

Evdeki eşyalar bitmişti. Kendi odamda kalan çer çöpü toplama görevini bitirdim. Yeni kiracı için temiz bırakmalıydık. Bu kuralı sevmiyordum ancak babam böyle alışmıştı. Bu işlerde bittikten sonra günlük, kamyonu son kez kontrol etmek istedi babam ama çok acayip bir şey oldu. Kamyonun içinde bir kedi miyavlaması geliyordu. Babam nerede olabileceğini anlamaya çalıştı. Kutuların birinin içinde sarı, beyaz, minik bir kedi buldu. O kadar minikti ki inanamazsın günlük. 

Bu annemin baktığı kedilerden birinin yavrusuymuş annem öyle söyledi. Onu bırakıp gitmek istediler ancak ben izin veremezdim, sonuçta onu annesi bize emanet etmişti. Anneme ‘’İstanbul'da bir arkadaşa ihtiyacım olacak. Beni parka kaçırmayacak biri değil mi?’’ dedim. Sonra da yalvardım resmen onun bizle gelmesi için. Annem ‘’Daha fazla sorumluluk istemiyorum, sen bakarsın ama?" dedi kaşını kaldırıp. Benimse umrumda değildi. Dünyalar tatlısı bir arkadaş bulmuştum günlük. Onu kamyondan alıp kendi arabamıza geçtik. Babam nedense adının "Megi" olmasını istedi. Annem de gülümseyerek onayladı. Sonra bana çok çok eski bir anıyı anlatmaya başladılar.

"Mine A."