Dağlar Denizler ve Kayıp Ruhlar
Selam selam! Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bugün size hakkında düşünmeyi en çok sevdiğim şeylerden bahsedeceğim dağlar, denizler ve ruhlar. Hadi başlayalım!
Öncelikle biliyorsunuz ki yaşamak hakkında çok bir şey bildiğimi iddia edemem ancak insan olmanın en zor yanlarından biri şehirleşip bu binalar arasında kalmak olsa gerek. Bazen çalıştığımız yerde kafamızı kaldırınca gökyüzün de kadraja giren tek şeyin bulutlar ve kuşlar olması bize nefes aldığımızı hissettirir. Bu aldığımız nefes bize ilk atalarımızdan, yörük ninemizden mirastır. Hayat dört duvar arasında geçirilemeyecek kadar mühim bir şey olmalıdır. Dört duvar arasında geçireceksen bile zihnin bir mahkum hayatı sürmemelidir. Bu yaşamak değil sadece var olmaktır. Yaşamanın elbette pek çok yolu vardır. Bu arada bahsi geçen yaşamak var olmak ile karıştırılmamalıdır. Zira ikisi arasında ölü ve diri kadar fark vardır. Var olmak ruhsuz ışıksızdır içinde barındırdığı arzular pek minimaldir. Aşk arzu hırs gibi şeylerden muaftır ki bu pek tatsız tuzsuzdur. Nasıl telaffuz edilir bilmiyor ama olsundu. Maslow'un 1. Basamağı gibidir sadece var olmak ancak insanca yaşamak istemek bundan fazlasıdır.
Ruhu da gözetmektir eğer onu gözetmezsek mekanik robotlara döneriz. Sermaye sahiplerinin Aİ robotları. Üstelik insan gibi düşük maaşa çalışıyor daha ne olsun! Üstelik bunun farkında bile olmayız. Ruhumuzu beslememek çok ciddi sorunlara yol açabilir. Duyarsızlık bencillik gibi yan etkilere yol açabilir. Ruhu beslemeyi bilmekte pek mühimdir. Kendinizi dinleyip onla baş başa kalmak çilesine katlanmayı gerektirir.
Peki toparlayalım o zaman önce yaşamak için ruhu beslemek gerekir. Ruhumuzun neyi istediği çok değişkendir. Kimi müzikten hoşlanır kimi edebiyattan kimiyse sadece gezmekten belki plastik sanatlar resimler, insanlık tarihi . Burada teşhisi koymak mühimdir. Benim ruhumu mutlu eden şeyse dağlar veya denizlerdir Elbette ki edebiyat ama o bizim son kalemiz en önemli sığınamız o yüzden ondan daha sonra detaylı bahsedeceğim şimdi dağlar ve denizlerden devam edelim. Dağ deniz görünceiçim pırpır olur sanki ruhum şehir, iş, hayat denen hapishanelerin hepsinden firar etmiştir. O sırada eğer ruhumu görebilmek mümkün olsaydı onun gözleri pırıl pırıl bir kız çocuğu olduğunu görebilirdiniz. Üstelik çocukken ne deniz görmüştüm ne dağ. Dağlarla ilgili en kıymetli şey alabildiğine ormanlar mavi gök herşeyden uzak ruha yakın his.
Belki orada yaşasan bunu bu kadar güzelleyemezdin de diyebilirsiniz ancak deneyimlemek isterdim. Bununla sınanayım ben diyebilcem şeylerden biri bu. Deniz için de aynı şey geçerli. Şuan çalıştığım yerde sahada tek kadın olmak yerine gemide ki uğursuz kadın hikayesinin başrolü olmak ilginç olabilirdi. En azından o zaman bu çok sevdiğim şeyleri kirleten fabrikanın çarklarının hareket etmesini sağlayan bir mühendis olmazdım.Onları korumak için uğraşan bir bilim insanı olurdum hep çocukluğumda istediğim gibi belkide ama maddi kaygılar veya coğrafya kaderdir falan filan.
Hikayenin özü, bence insan kendini ne olursa olsun tabiattan koparmamalıdır, ya da her neyi seviyorsa ruhu. Aksi halde iyi çocuk yetiştirmeye çalışırken etrafında ki her şeyi ve herkesi paramparça edebilecek bir vicdansıza dönüşür. Belki de sorun budur artık yetişkin olduğumuz için sorumluluklarımız vardır. Ruhumuzun bir önemi yoktur o kadar odaklanmışızdır ki hayata ve işe ruhumuz kaybolmuştur. Vicdanı ile bağlantı kuramıyoruzdur. Ne olursa olsun haklı olan o ruhu kaybolandır. Ne gözü bir çocuğu görür ne bir çaresizin çığlığını duyar. Ruhu o kadar kayıptır ki ulaşılması imkansızdır artık o. Onları heryerde görmek mümkündür ofiste, trafikte, ATM kuyruğunda hep onlar haklıdır. İşin daha korkunç yanı evinize girip çıkanlardan birilerinin bu halde olmasıdır. Onlarla nasıl baş edilir hala bilmiyorum. Yüzlerine karşı gerçeği haykırdığınızda bile kendilerini savunacak bir şey bulurlar. Ne halde olduğunuzu bilseler bile anlamak istemezler. Onlardan kaçmaktan başka çareniz yoktur belki de.
Bu sevimsiz ve korkunç insanları bir kenara bırakıp dağ, deniz övmeye devam edeceğim yazının bu kısmında dostlar. Özellikle dağlar içinde çokça şifa olduğunu düşündüğüm bir yerdir, eski metinlerde şifacılar dağlardan topladıkları şeylerle insanları tedavi edermiş. Deniz ise zaten tuzlu su olmasından dolayı insan ruhunda ki negatif enerjiyi alıyor. Deniz suyu da ilaç olarak kullanabiliyor. Dağlar ve denizler sadece bedene değil ruha da şifa veren kutsal büyücüdürler bence o yüzden çok kıymetlidirler.
Uzun süre onlardan uzak kalmak bana ölgün hissettiriyorlar. Umuyorum ki gelecekteki hayatımda onlara erişimim çok daha kolay olur. Uzun yürüşler su üzerinde tüm dünyayı susturup nefesime odaklanışlar gerçekleştirebilirim. Konuşmayı bitirirken umarım hepimiz kendimize daha çok zaman ayırıp önce kendimizi dinleyip sonra ruhumuzu besleyebilecek şeyler yapabiliriz. Umarım hiçbirimiz o korkunç kayıp ruhlu insanlara dönüşmeyiz ve umuyorum ki onlarla muhatap olmak zorunda kalmayız. Hoşçakalın sanatla ve doğayla ruhunuzu hep besleyin. Bay!
"Mine A."
