Reddiye

 








Bir süredir Rasim Özdenören'i kendime edebiyat rol modeli olarak gördüğümü söylemeliyim. Orada burada, bilhassa şehrin kütüphanelerinde sıkça karşıma çıkan bu yazarın edebiyat üzerine denemelerinin derlendiği benim de okuduğum tek kitabı olan Yazı, İmge ve Gerçeklik'te anlatılanların kendi yazma sürecimle benzerlikler taşıdığını izlenimlemem, farklı zamanlarda olsa da aynı şehirde yetişmiş olmamızdan ileri geliyor esasen. Bunun yanında da Özdenören'in ekseriyeti şair olan Yedi Güzel Adam arasında tek öykücü olması, yine yazarın Türk Öykücülüğüne dergileri, yazıları,kazandırdığı yeni yazarlar ve bildiğim bilmediğim çalışmaları ile hatrı sayılır katkılarda bulunmuş olması etkili bu kararımda. Tam da benim yürümek istediğim yolda yürümüş Özdenören. 


Rasim Özdenören (1940-2022)

Gözümde günden güne değerlenen Özdenören'in kurmaca yazınını okumuş değildim.  Geçtiğimiz günlerde okuyacak yeni şeyler ararken ta ne zamandan listeye eklediğim Gül Yetiştiren Adam çıktı karşıma. Bazı kitapların zamanı vardır tam o an okunması gerekir, belki tam o an heves etmişinizdir veya hayatınızın eserle benzer bir evresinden geçiyorsunuzdur bilmiyorum neden ama tam o an okunması gereken kitapları başka zaman okuyunca aynı tadı vermez, hatta bitiremezsiniz bile. Okuma programım yoğun olsa da başladık bu rol model adayı yazarımızın tek romanına. 


Gül Yetiştiren Adam- İz Yayıncılık/1979

Kusura bakmayın pekte iyi konuşamayacağım. Ne okursa okusun "İçimizi ısıttı, yüreğimizi dağladı." gibi yorumlar yapan, her edebi esere kutsal kitap muamelesi yapan kimi okurlar gibi olamam. Bizler okur olarak hayatımızdan belli bir zaman ayırıp bir şeyler okuyorsak ne okuduğumuzun da bir önemi var. Okuduğumuz eser bize ne anlattı? Bunu sormak gerek. 

Kitap iki paralel öyküden oluşuyor ve öyküler kitap boyu neredeyse hiç birbirlerine dokunmadan ilerliyorlar. Kitaba adını veren ve bence esas çatışma unsuru olan gül yetiştiren adam kısımları kitabın ancak üçte birini kaplıyor. Geri kalan kısım ise Sitare adındaki yolunu kaybetmiş bir kadını ve çevresini anlatıyor. Sitare kısımları fazlasıyla sıkıcı ve karikatürize. Yazar iki farklı öykü yazmış sonra da şunları birleştireyim de  benim de bir romanım olsun demiş gibi. O açıdan roman türüne çokta uyan bir kitap değil elimizdeki. 

İlk önce edebi olarak ele alalım. Özellikle gül yetiştiren adam kısımları tasvirleri ile çok güzel bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Ben ki betimleme okurken ölüp ölüp dirilen biri olarak yazarın anlatım yeteneği olarak niteleceğim bu tasvirleri okurken gerçekten keyif aldım. Gül yetiştiren adam Kahramanmaraş'ta yaşıyor. Maraş'a tren gelmesi ve kara dumanlar çıkararak salınması, şehrin garın kurulu olduğu ovaya doğru büyüyor olması gibi anlatılar benim de bir dönem yaşadığım şehrin geçmişi ve gelişimi açısından güzel doneler barındırıyor. Şehirde yaşayanların Ahir Dağı eteklerindeki bağ evlerine çıkması orada kışa hazırlık yapmaları, zeytin ağaçları, ceviz ağaçları, dereler vb. detaylar şehrin yaşamını size hissettirmeyi başarıyor. Anadolunun köhne bir şehri olan Maraş'ın edebiyata taşınması bakımından Özdenören elinden geleni yapmış. 

Ahir Dağı - Kahramanmaraş

Şiirlere de değinmek istiyorum. Kitabın başındaki "Şehir yıkıntıları ve insan yıkıntıları, kadavralar." şiiri bana depremi hatırlatsa da yazar burada aslında şehrin kültürel değişim sonrası halinin kendince bir yıkıntı olduğunu anlatma çabası içinde. Kitap boyunca paragraf aralarında karşımıza çıkan şiirler anlatıma derinlik katıyor. 

Gelelim zurnanın zortladığı yere. Güzelim anlatı gül yetiştiren adam hakkındaki şu kısımla rengini belli etmeye başlıyor "Bir kimse zalim bir padişaha adildir dese kâfir olur demişler. Ve susuyordu adil de­memek için zalime." Birden bire ne oluyor diyorsunuz. "Zalim padişah kim?" diye düşünüyorsunuz. Çok geçmeden de kim olabileceğine dair fikir sahibi oluyorsunuz. Kitapta hiç adı geçmese de burada zalim diye bahsedilen kişi Gazi'den başkası değil bana göre.


Mustafa Kemal Atatürk

Gül yetiştiren adam Kurtuluş Savaşı'nda savaşmış fakat bu savaşı istiklal için değil "Halife ve Kuran" için vermiştir. "Fransızı kenti terk etmek zorunda bıraktıkları zaman kurtulduklarını sanmışlar­dı, oysa sonradan olanlar bambaşkaydı, uğrunda savaşmadıkları ve savaşmayı akıllarına getirmedikleri şeyler olmuştu, ne uğruna savaşmışlarsa sanki savaşla onu or­tadan kaldırmak istemişler gibi bir sonu olmuştu. Çok kimse farkında değilmiş gibiydi bunun ya da sanki herkes kâ­fir olmaya teşneymiş gibi."

Savaş sonrası ülkenin modernizasyon sürecini kafirliğe, buna ses çıkarmayanları da kafir olmaya teşne buluyor gül yetiştiren adam. Tam da bu yüzden bir sessiz protestoya başlıyor, bu düzene ayak uydurmamak için hiç evden çıkmıyor. 

Bu açıdan gül yetiştiren adam cumhuriyet değerlerine muhalif duruş alan zihniyeti ve düşünce yapısını, bu kesmin inkılaplara ve modernleşmeye bakış açısını ilk elden anlatıyor bize. Objektif olarak değil muhalif gözle, taraflı olarak anlatıyor.

Panorama - Remzi Kitabevi/1953

Aynı anlatının benzeri Yakup Kadri'nin Panorama'sındaki bir bölümde karşımıza çıkar. Kitaptaki Hacı Emin Efendi başta şapka kanunu olmak üzere inkilaplara topyekün karşı çıktığı için yıllarca evden çıkmaz. Fakat bu kitapta gül yetiştiren adam anlatısının tam tersi şekilde Hacı Emin Efendi'nin tutunduğu yanlış tutumu ve  inkılapları ne kadar yanlış değerlendirdiğini anlatır Yakup Kadri. Gül yetiştiren adamdan daha gerçekçi bir portre çizer. Adamı sadece protestosu ile ele almaz onun aile hayatı ve ticari ilişkilerini de sıkça değerlendirir. 

Gül yetiştiren adamı tanıdıktan sonra her ne kadar karakterimiz evden çıkıp hiç bir şekilde değişmese de Maraş değişmektedir. Pastaneler açılır. Önceden yatsıdan sonra kimsenin kalmadığı sokaklarda insanlar elinde dondurma ile zeytin bahçelerine doğru yürümektedir. Önceden kimse işi olmadığı sürece kendi sokağı dışında bir yere gitmezken, olur da başka bir sokağa girerse de mahalleli tarafından "Hayırdır?" denilerek sorguya tutulurken şimdi herkes her yerde gezinmektedir. Çocuk bahçesinde müzikli eğlenceler gece geç vakitlere kadar sürmekte ve  bilhassa memur kesim buralarda bol bol vakit geçirmektedir. Fransızın bayrağını indirmek için çatışmaya girdikleri kaleden gazino sesleri gelmektedir. 

Bu kısımda yazarın hakkını teslim etmek gerek. Anlatmaya çalıştığı şeyi oldukça çarpıcı olarak anlatmış. Yazara göre Halife ve Kuran için verilen direnişin simgesi olan kale kültürel asimilasyona uğramış orada batı işi gazinolar bile açılmıştır. 



Kahramanmaraş Çocukbahçesi- 1937 Kaynak: Maraşavcumda

Kitabın bu kısmında olan esasında şudur. Zaten kaçınılmaz olan değişime karşı bir kültür şoku yaşamaktadır Gül Yetiştiren Adam. Sosyal yaşamın değişimi cumhuriyetle birlikte gelen bir şey değil en nihayetinde tanzimat fermanından hatta belki daha geri bir tarihten itibaren yavaş gelişen bir hadisedir. Dönemin hayatı bu değişimi zorunlu kılmaktadır. Tarihte de defalarca kez bu minvalde değişimler yaşanmıştır. Tabi bu çoğu zaman daha yavaş gerçekleşmiş nesiller sürmümüşse de modern çağda bu değişim insan ömrüne denkleşmiştir neredeyse. Bu kültür şokuna da yalnız Gül Yetiştiren Adam uğramamış değildir pek çok kesim etkilenmiştir. Gelgelelim bu kültür şokunu toplumu kutuplaştırmaya çekmek burada esas hatayı teşkil eder. Modernizme kızıp Cumhuriyet değerlerini topyekün karşıya almak, toplumun belli kesmini kafir ilan etmek gavura kızıp oruç bozmaktan başka bir şey değildir esasında. İşte tam da bu yüzden bu kitap okunurken sorgulanmayı gerektirmektedir.

Gül Yetiştiren Adam kitabın sonlarına doğru torununun ricası ile evden çıkıp camiye gitmeye karar verir. Camide kafasında şapka olan bir adam görür. İmamın da sakalı yoktur. Namazdan sonra "Ey cemaat-i müslümin!" diyerek cemaatin dikkatini çektikten sonra onlara "Hangi millettensiniz, Nasrani mi yoksa Mecusi mi?" diye sorar. "Dışı kâfire benzeyen insanın içi de ona benzemeye başlar." diyerek namazdan çıkan cemaati de kendi kafir sürüsüne dahil eder.

Fransız Devrimş - Jean Louis Bezard/Prise du Louvre (1830)

Burada alenen görülen ise odur ki gül yetiştiren adam millet tanımını dine göre yapmakta. Milletlerin müslim-gayrimüslim olarak ayrıldığı ortaçağ düşüncesidir bu. Gül yetiştiren adam kendisini Türk olarak tanımlamaz, müslüman olarak tanımlar ve insanları da dini kimliğe yönelik bir sorgulamaya çeker. Bazı insanlar onun bu söylediklerine kulak verir. Şapkalı adam şapkasını atacak yer arar.  

Bu da onun yaşadığı kültürel şokun etkisinden başka bir şey değildir. Evden bile çıkmayan, imparatorluğun taşrasının da taşrasında yaşayan, dünyanın gelmiş bulunduğu vaziyetten habersiz olan, doğduğundan beri kimlik olarak kendisine müslümanlığı ve ümmeti edinen bir adamın elli yaşından sonra ulus kimliğini kabullenmesi gerçekten de zordur. Yeni kimliği özümseyemeyen bu adamın çocuklarını da ulus kimliğin karşısında yetiştirmesi olasıdır. Bu ses günümüze kadar da gelmiştir.

Evet halkın bir kesminin sesi budur. Ancak bu yine de kitabın cumhuriyet karşıtı kutuplaştırıcı söylemini meşru kılmıyor. 

Korkunç olan etrafımda hiçte bu şekilde yetişmediği halde bu kitabı öven, yere göğe sığdıramayan insanların olması. Sırf belli edebiyat çevrelerine dahil olmak için kral çıplak diyememek bu kimselerin kalemlerinin samimiyetsizliğini ortaya koyuyor. 


Yılmaz Güney - Arkadaş/1975

Kitabın büyük kısmını kaplayan ve adam akıllı bir şey anlatmayan Sitare'ye geçelim. Yılmaz Güney Arkadaş filminde tatil kentinde yaşayan bir arkadaşını ziyarete gider. Arkadaşı ve eşrafı son derece ahlaksız, içi boş insanlardır. Hayatta yiyip, içip, sevişmekten başka dertleri yoktur. "Karısı güzel olan karımı öpsün de ben de onlarınkini öpeyim." minvalinde konuşmalar geçer. Yılmaz Güney'in canlandırdığı Azem, arkadaşına "Sen bir pezevenksin Cemil." der hatta. Film modernizmin bu yozlaşmış burjuva ahlaksızlığın karşısına kendince devrimci ahlakı koymaya çalışır. 

Gül Yetiştiren Adam'ın paralel öyküsü olan Sitare kısmı de benzer bir anlatıyı temel alır. Sitare para için yaşlı ve evli bir adamı ayartmış  ve yuvasını dağıtarak onunla evlenmiştir. Gün çalıp gün eğlenen dostları ile Las Vegas'ta kumar oynamaya giderler. 

Sitare kısımları modernizmin ahlaksızlığını anlatmaya çalışır. Maneviyatı bozulmuş ve kimlik krizine girmiş insanların boşluk hali ve tutunacak dal bulamamasıdır çatışma. Gül Yetiştiren Adam'ın sahip çıkmaya çalıştığı unsurların olmadığı bir dünya tasvir edilir burada. Bakın nereye gidiyoruz, hatta hangi noktaya vardık demekster Özdenören ve bir kontrast oluşturmaya çalışır. 

Yılmaz Güney - Arkadaş/1975

İki öykü Sitare'nin kumarbaz arkadaşlarından birinin gazetede 80 yaşındaki bir adamın (Gül yetiştiren adam) halkı galyena getirdiği için içeri alındığı haberi ile birleşir ve kitap sona erer.

Panorama da, Arkadaş'ta, Gül Yetiştiren Adam'da aynı olaya farklı pencerelerden bakıyor. Modernite, doğu-batı çatışması zaten edebiyatta ve sinemada halihazırda çokça işlenmiş bir konudur. Hatta Recep İvedik'ten, Güldür Güldür'e kadar bile uzanır. Güldür Güldür'deki pek çok skecin de temel çatışması budur. Sözgelimi anadolu kökenli küçük esnaf İngilizce'nin günlük hayatta sıkça kullanıldığı kurumsal bir holdinge gider. Skeç global pazar düzeni karşısında yerel ticaret insanının kültür çatışması üzerine komedi üretir. 

Güldür Güldür

Panorama bu değişimlere gerekli olan çağın gereği fakat dikkatle özümlenmesi gereken değişimler gözüyle bakar. Hatta değişime ayak uydurayım derken yozlaşanları eleştirir. 

Bugünün dünyası bizi strese sokuyor. Aile gibi temel sosyal desteklerden bile mahrum kalmaya başladık. Güvencesiziz, sosyal refah devletleri bile bu politikalardan vazgeçmeye başladı. Bütün değerler ve etik yargıları devamlı suretle değişiyor. Kurumlarımız bu değişime adapte olamıyor. Değişimin ve gelişimin öncüsü üniversiteler bile çağı yakalamakta zorlanıyor. Dünya artık fazlasıyla globalleşti. Artık ulus devlet düşüncesi bile anlamını yitiriyor. Düzensiz göçler ile neredeyse bütün devletlerin sosyokültürel yapısı değişti. Gelenler anavatanlarından kopamadıkları gibi göç ettikleri ülkeye de adapte olamayıp yoz bir altkültür oluşturdular. Köyden kente göç bile günlük yaşam dinamiklerinde ve kimlikte krize sebep olur, boşluk yaratırken global göçlerin sonuçları çok daha tahmin edilemez noktalara varıyor. Bütün bunlar karşısında depresyona giriyoruz, anlamsız arayışlarımızın dermanını Sitare ve tayfası gibi anlamsız yerlerde tatmin etmeye çalışıyoruz. Dahası batı dünyası bile yarattığı canavarla baş edemedi. Sonuçları insanlıktan çıkan radikal siyaset, ikinci dünya savaşı, yıkılan şehirler ve ölen insanlar oldu. Modernizmin karşısında yeni düşünceler geliştirme çabası içerisine girdiler.

Nazi Nuremberg Mitingi

Yazık, dünya böyle bir noktaya evrildi ve bunun dışında kalmak asla mümkün değildi. Gül yetiştiren adam gibi kabuğuna çekilen, kafasını kuma gömen milletlerin hazin sonlarla karşılaşması uzun sürmedi.

Şuanki neslin çoktan alışmış olduğu curcuna, yukarıda ismini saydığımız her üç eserin ortaya koyulduğu ilk yıllarda haliyle halen daha anlaşılamamış ve yabancılıkla karşılanan bir olguydu. 

Arkadaş bu insanın kendine yabancılaşması karşısında idealistliği, bir davaya adanmayı koydu. Panorama değişimlere adapte olmayı ve moderniteyi savunduğu kadar yozlaşmanın da karşısında durdu. Çağın gerisinde kalarak daha da kaybedeceğimizi anlattı. 

Gül Yetiştiren Adam değişimin kaçınılmaz olduğunu kabullenemedi. Yoktan var etmeye çalışanların, çağı yakalama ve olası düşman karşısında geri kalmama çabası için emek verenlerin karşısında durdu. Onları kafir ilan ederek ötekileştirdi.  Yakup Kadri'nin de şikayetçi olduğu yozlaşmış kesmi kendi fikrinin geçerli olmadığı nokta olarak işaret etti. Dünyanın zaten çoktan gelmiş olduğu hale adaptasyın için ülkenin kurucularını suçladı ve onları zalim ilan etti. İyi saydıkları düzenin zaten devam edemeyeceğini, halihazırda çokta iyi olmadığını, tıpkı modernizmin yozları gibi eski düzenin de yozları olduğunu, yozlaşmanın insan sosyolojisinde zaten kronik sorun olduğunu bunun sistemle de alakası olmadığını anlayamadı. Eksik olduğu kadar da taraflı tarih ve sosyoloji okuması ile kıt yargılara vardı.


Velhasıl;

Herşeye rağmen Gül Yetiştiren Adam toplumun bir kesimini temsil etmesi, cumhuriyete karşı muhalif düşünceyi neredeyde ilk elden dile getirmesi, modernite karşısında insanın müşkül halini (taraflı ve bana göre yanlış olarak ele almış olsa da) anlattığı, son olarakta bir taşra kentini güzel ve yetenekli tasvirlerle edebiyata taşıdığı için edebiyatımızda bulunan temsil eserlerden birisi.

Okur olarak bize düşen ise bilinçli okumalar yapmak. Gördüğümüz her sakallıyı dedemiz zannedersek daha gidecek çok yolumuz var demektir. Sırf sadece kitap olduğu için, sırf belli kesimler veyahut medya tarafından devamlı süretle savunuluyor, reklam ediliyor diye o kitap kutsaldır, anlattıkları çok değerlidir demek at gözlüğü takmak olur. 


Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi - Kahramanmaraş

Edebiyat ve Kahramanmaraş hakkında ki fikirlerimizi de dile getirip yazıyı noktalayalım. Yedi Güzel Adam Türk Edebiyatına etki etmiş olsa da şehrin ve mevcut siyasi konjuktürün sahip çıkması ile tekrar gündeme gelmiş ve değer kazanmış bir yazın çevresi. Şuan Kahramanmaraş'taki yazarların bir çoğu da açılan bu yoldan gitmekten ve aynı söylevleri farklı dillerle tekrarlamaktan öte varamamaktalar. 

Fakat Kahramanmaraş daha zengin bir kültüre ve kaynaklara da sahip. Dışarıdan bakan bir kimsenin Kahramanmaraş'ta geçen kitap veya Kahramanmaraş'ta yaşamış biri en fazla ne anlatabilir ki dememelidir. Şehrin aynı düşünce yapısında boğulmadığını bizim ve bizim gibi insanların da var olduğunu gösterebilmek eski söylevlere yenilerini ekleyebilmek, üstümüze düşen bu önyargıyı kırmak gereklidir. Farklı pencerelere ihtiyaç var. Şehrin yaşamını edebiyata taşıyabilmeli. Bu yaşamdan kastım ise kesinlikle oryantalist bakış açısı değil.  Çağdaş hayatın içinde bu şehirde yaşayan çağdaş fikirli birinin vaziyetini anlatmak örneğin. İzmir'i Necati Cumalı'da anlatır Dido Sotiriyu'da, Dan Moreno'da anlatır. Üçü de farklı açıdan ele alır. Kahramanmaraş'ı ise hep aynı ses anlatıyor. 

Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi - Kahramanmaraş

Yerelde de sınırlı kalmamak gerek tabi. Bu konuşmalar beni fazlasıyla yerelde kalmış hissettiriyor. Açıkcası zaten bir yere aidiyet geliştirememiş, çok farklı şehirlerde yaşamış birisi olarak edebiyatın dünya geneli bir sanat olduğunu görebiliyorum. Yerele dair tavsiyelerim konumuzla alakalı olduğu için ve biraz da kendi küçük sanat çevremin neredeyse hepsinin Kahramanmaraş'ta yaşaması veya oradan çıkmış olması ile ilgili. Ben o şehirde bir şeyler yapmak için çabalayanlara seslenmeye çalışıyorum. İzmir zaten kendini kanıtlamış, her imkanın bulunduğu, farklı zihniyetlere sahiplik eden bir şehir örneğin. Bir akdeniz şehri olan Kahramanmaraş'ın da bu sevyelere gelebilmesidir dileğimiz. Kamu eliyle kültürel ve sanatsal çalışmalar yapılmaya çalışılsa dahi bunun halktaki yansımasının çok az olduğunu görülebiliyor. Yine de Diaspora sivil ve bağımsız kültürel çalışmalar konusunda sanıyorum Türkiye sayılı mekanlardan birisi. Genellikle bu tarz çalışmalar yürüten dernek, vakıf ve topluluklar belli bir siyasi grubun alt yapılanmasıyken Diaspora da durum öyle değil. 


Bozkırın Sesi - Görkem Ezgi Yıldırım

Kültürümüzü yeniden dillendirmek, geliştirmek, günümüz dünyasına adapte etmek ve yaşatmak bizim elimizde. Aldığımız mirasa ve bilhassa cumhuriyet değerlerine sahip çıkmalıyız. Sanat emekçileri olarak kendimizi yok hükmünde görmememiz, gücümüzün farkında olmamız gerekir. Bir okur ve bir yazar olarak veya her kimsek önce kendimize sonra toplumumuza karşı sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız. Edebiyatı ve sanatı propaganda malzemesi haline getiren veya piyasa malı ticari metaya indirgeyip niteliğini düşüren çalışmalara karşı gözümüzü açmalıyız. 

Sağlıcakla..


"Enes Özen"