Mor Dağların Arkasında
Bu düşünceler içini sıktıkça sıktı bir şey yeyip içmeden yatağına gitti. Hepsi birbirinden beter bir sürü düş gördü. Bir ancık rüyada anası Haticeyi gördü ana dedi ne olacak senin bu oğlun böyle. Anası bir cevap vermedi soluk soluğa uyandı Celal sonra yine başladı sorgu kendine şehirli bir kız gördün aklın gitti ananda sana küstü işte diye söylenerek tekrar uyumaya çalıştı. Hep böyle olurdu rüyaları Celalin çünkü bilirdi Celal ölüler konuşmazdı onların buna ihtiyacı yoktu kelimeler zavallı faniler ölümü bekleyenler içindi. Kendim bulacağım yolumu dedi hınçla. Bu öyle söze rüyaya bırakılacak iş değil hem giderim belki buralardan belli ki kesilmiş buradan kısmetim çardakla olacak iş değil bu. Hem bakarsın belki benim yazgımda da vardır sevmek sevilmek rızkı en olmadı çıkar gelirim köyüme toprak benimdir der yeniden başlarım diye düşündü sonra yine içini bir umutsuzluk aldı düşünmek kolayda nasıl gidilecek o yol dedi.
Sabah uyandığında kendini dinlendiği için hafiflemiş buldu belli ki çözüm buydu gitmekti buralardan hem hiç korkmak yakışıyor muydu ona o ki Hatice ananın oğluydu. Neyden çekinecekti ne kaybedecekti ki. İlk iş işi devretmekti tabi bundan önce üç beş fazla kazanmak gerekirdi. Şehre gidecekti sonuçta herşey ateş pahasıydı oralarda. Evimi satsam diye düşündü ama kıyamadı oraya o kadar çok emeği vardı onda o evin bunu yapmak nankörlük olurdu. Hem nankör adamın işlerini yolunda gitmezdi. Bu düşünce de tıpkı Celalin diğer fikirleri gibi değişmez olarak kazınmıştı aklına. Nedendir sonra aklına geldi mevsim tam ceviz mevsimi idi Eylül sonu köyde herkes yana yakıla güçlü kuvvetli ceviz çırpacak adam arıyorlardı. Şaştı bunca zaman buna niye gitmediğine ama biliyordu bir yandan da bunca zaman hiç para hırsı ihtiyacı duymamıştı ondandı hep. Çardak işini teslim etmeden bir ay amelelik yapmaya karar verdi. Canı sağolsundu güçlü kuvvetliydi ekmeğini de fazlasını da kazanırdı. Hem artık ne yapacağını da biliyordu. Yanlış bir karar bile olsa kararsızlıktan iyidir diye düşünüyordu.
Eylül sonundan ekim ortasına kadar amelelik etti Celal. Yeri geldi kolları ağrıdı avuçlarında nasır çıktı ayakları şişti ama o hiç vazgeçmedi. Onu üzen tek şey kitapları ile arasına girmiş olan hasretlikti. Buna rağmen kendini şöyle ikna ediyordu her seferinde şehre gidersem kocaman kütüphanelerde oturacağım daha önce adını bile bilmediğim yazarlara soluyacağım aynı havayı. Hem belki şehirde ki işim bu kadar zor olmaz daha çok okumaya vaktim olur. Hem belki bunca okumayla kendimi anlatacak bir kitap bile yazarım niye olmasın ki yazanlar bu işi anasının karnında mı öğreniyor sanki diye düşündükçe keyfi yerine geliyordu. Sonra şehre gittikten sonra günlük tutacaktı ne olsa günü gününe yazacak kendi kitabına kaynaklık edecekti. Ah bu hayal kurmak ne tatlı şey idi. Hep kitaplardan bulaşmıştı bu şımarıklık ona derdi biri duysaydı hayallerini. O yüzden sustu Celal ve çalışabildiği kadar çalıştı.
Bunca susmanın sonunda ablasını aradı. Ablası severdi Celali içten içe ona karşı suçlu da hissederdi neticede yıllarca hasta babalarına o bakmıştı. Abla ben Celal diye yarım yamalak konuşmaya başladı önce sonrasında ise Celal bir nutuk çeker gibi çünkü eğer durursa biliyordu konuşamayacağını utanacağını. Bu kış bir iki aylığına eniştemin de izni olursa size gelmek istiyorum. Hemen telaşlanmayın iş bulur bulmaz çıkarım hem biraz birikmişimde var kira da veririm dedi. Ablası önce duraksadı sonra a benim Celalim sana ne zaman gideceksin diye soran mı var hele bir çıkıp gel enişten zaten Libyaya gitti sen durursun başımızda fena mı olur dedi ama enişten duymasın diye de bir sırrı saklarmış gibi konuşacak oldu. Bu konuşma celali rahatsız etti abla komşular yetiştirir sonra iş iyice rezilleşir dur sen ben bir eniştemi arayayım dedi. Ablası duyduğuna inanamadı Celal koca erkek olmuşta kocası ile mühim bir mevzuyu konuşmaya kendi gönlü ile razı olmuştu he olacak iş değildi.
Celal eniştesini hiç sevmezdi çıkarcı kansızın biriydi. Ablasının bu adamla evli olması ve şuan ondan bir şey isteyecek olmak onu bunaltıyordu ama yapacak bir şey yoktu o yola çıkılacaktı gerekirse sokakta sabahlanacak o yola çıkılacak dedi. Eniştesinin numarasını buldu. Enişte onun aramasına şaşırdı önce sonra Celal durumu anlatınca iç dökmeye geçti güya sorma Celal çok sıkıştım burada da borçlular peşime takıldı canımdan korkuyorum vallahi yeğenlerin yetim kalacak bu gidişle dedi. Celal biliyordu nereye varmak istediğini istediğini verecekti de. O zaman şöyle yapalım enişte sonuçta ben senin kayın biraderinim bir akrabalık kardeşlik var arada ben bu elimde ki parayı sana yollayayım sonrada ablamın yanına geçeyim. Hem tek kalmamış olur ablam dedi. Enişte istediğini almışlara ait bir umarsızlıkla olur olur ne kadar var sende ne zaman yollayabilirsin diye hesaplara girdi. Celal parasını bu tefeciye kaptırmaktan üzgündü ama yarısını vermeyi planladı. Miktarı duyan enişte iyice keyiflendi hemen yollamasını rica etti. Celalle vedalaştılar telefonu kapattı kafasının içi uğulduyordu sanki. Tüm bunlar onun gibi biri için çok fazla idi. Bunları nasıl yapabildiğine bile şaşıyordu ama bir yandan da gururlu idi artık korkacak çekinecek daha az şeyi vardı. Ablasını aradı sonra yarın geleceğini haber verdi. Ablası neşelendi adeta sesi ahizeden taşıyordu. Celal ise o an şunu düşünüyordu o gerçekten böyle hissediyor olamazdı öyle olsaydı neden bunca yıl ona sahip çıkmasındı.
Telefonu kapattıktan sonra dolabını tamamen boşaltmak için bir şeyler pişirip yedi sonra bavulunu hazırlamaya çalıştı. Bavul dediğimiz eski kulplu tahta bir çanta idi neyse ki Celalin eşyası da bu yokluğa uyacak kadar azdı. Konu kitaplarına gelmişti en istemediği kısım onlara veda etmesi gerekiyordu. dönerim olmadı sizi çok özlersem dedi. Her birine dokundu kokularını içine çekti. Yatağına uzandı bu evde son uykusuydu belki o kadar huzursuzdu ki kendini rüyada sürekli Adananın sokaklarında kaybolurken görüyordu. O rüya bu düş derken sabah oldu. Celal tahta çantasını alıp köy minibüsüne yol alırken köylüler onu onlara veda etmemekle suçladı ama Celal onları duymadı bile. Dolmuş durağına geldi beklemeye başladı. Kısa zaman sonra dolmuş geldi ve yolculuk başlamış oldu. Hemen kağıt kaleme sarıldı Celal bir yolculuk öyküsü yazacaktı bu iş ciddi idi ihmal kabul etmezdi zira okunacak ve anlatılacak çok şey vardı.
İki saat süren yolculuğun arkasından Celal ablasının ona dün tarif ettiği yere geldi. Onu orada yeğenleri bulut ali ve yağmur bekliyordu. Bekliyorlardı da çocuklar amcasını en son fotoğrafta görmüşlerdi çıkaramadılar. Celal onların bu şaşkın halini kendininkine benzetti ablasını arayıp çocuklar anneniz size bi şey söyleyecek diyerek yaklaştı. Bulut ali yükseldi önce sen kimsin diye . Celal aşk olsun tanımadın mı beni amcan Celal ben dedi. Yağmur neşeyle lafa karıştı Celal amca o taş kafa kimseyi hatırlamaz ki hoş geldin boş yere arama anamı bize yemek hazırlıyor zaten dedi. Bulut ali kendisine taş kafa dediği için yağmura sağlam bir çimdik attı. Kızcağız çığlık atmak zorunda kaldı. Celal yapmayın çocuklar hadi annenize gidelim deyip konuyu kapattı. Çocuklar onu eve götürürken bir yandan da koca binaları bir çocuk merakı içinde izliyordu Celal. Köseyi döner dönmez bir bakkal gördü çocuklara durun bakim şuradan bir şeyler alalım dedi. Çocuklar heyecanla dükkana girdiler canlarının istediği birkaç şeyi aldılar. Eve bir şey lazım mıydı Yağmur dedi Celal. Yağmur yok amca sen geleceksin diye annem bizi erkenden yolladı bakkala herşeyi aldırdı diye izahat verdi. Eli boş gitmek olmaz diye bir kutu kurabiye aldı Celal.
"Minerva"
