Kendimle Konuşmalar



SAHNE: Loş bir oda. Yerde dağınık kitaplar, bir kenarda bir defter, eski bir daktilo, birkaç boş ilaç kutusu. Odanın ortasında bir sandalye. Şair sahneye gelir, bir süre izleyiciye bakmadan odaya bakar. Sonra sandalyesine çöker, derin bir nefes alır.

---

ŞAİR:

(Sakin, neredeyse fısıltıyla)

Dün gece yine konuştuk.

Yani ben... biz... o... kimse.

Yine konuştuk.

Başladı ilk ses:

“Bugün sus, yazma artık.”

İkincisi geldi hemen ardından:

“Susma, onlar susarsa sen ölürsün.”


(Gülümser, kafasını sallar)

Beni susturamazlar.

Çünkü ben kelimelerden yapılmış bir adamım.

Etimden çok şiirim var.

Kanımdan çok mürekkebim.

Aklımdan...

(İç çeker)

Aklımdan emin değilim.


(Daktiloya yaklaşır, bir tuşuna basar. Sonra dönüp izleyiciye bakar.)


Geceleri şiir yazıyorum.

Çünkü gündüzleri insanlar çok bağırıyor.

Kafamın içinde konuşanlarla dışarıdakiler aynı anda konuşunca...

...beynimin camları çatlıyor.

O yüzden geceleri yazıyorum.

Uyumuyorum.

Zaten rüyalarımda da uyanığım ben.


(Sandalyeye oturur, biraz öne eğilir)

Doktorum adımı unuttu artık.

Beni “durum” diye kaydetmiş.

"Şair, paranoid özellikler gösteriyor" demiş.

Ona göre ben bir vaka dosyasıyım.

Bana göre...

Ben bir evrenim.


(Suskunlaşır. Sonra aniden kalkar, hızlı yürümeye başlar.)


Bazen aynaya bakıyorum...

Yüzüm yok!

Yüzüm yok ama bir çift göz beni izliyor.

Ben miyim?

Yoksa beni izleyen ben değil mi?

Ya da belki aynadaki, asıl olan...

Ben sadece yansımasıyım.


(Bir kitap alır yerden, rastgele açar ve okur gibi yapar.)


Bak, burada yazıyor:

“Şiir, deliliğin zarif hâlidir.”

Bunu ben yazmadım ama keşke ben yazsaydım.

Ya da...

Yazdım da unuttum mu?

Unutkanlık mı bu, yoksa benliğimin bir oyunu mu?


(Kitabı fırlatır bir kenara, sonra pişman olur gibi geri gider, alır.)


Özür dilerim.

Sen suçsuzsun.

Asıl suçlu benim.


(Sandalyeye oturur. Sesi yavaşça kırılmaya başlar.)


Bir gün sokakta yürüyordum...

Bir kadın yanıma geldi.

“Yüzün ne kadar tanıdık,” dedi.

Gülümsedim.

İçimden “evet, çünkü ben herkesim” dedim ama dışımdan sadece "teşekkür ederim" çıkabildi.

O an kendimle çakıştım.

Çünkü o kadın...

Benim şiirimdi.

Dizelere dönmüş, ete kemiğe bürünmüştü.

Ve sonra gitti.

Her şey gibi…


(Uzun bir duraksama. Sonra birden bağırır.)


Ben aklımı kaybetmedim!

Ben onu serbest bıraktım!

Siz aklınızı zincirlemişsiniz!

Takvimlere, iş saatlerine, gündemlere!

Benim zamanım yok!

Benim hayatım noktalama işaretsiz bir şiir!


(Sessizleşir. Gözlerini kapar. Fısıldar.)


Ama yorgunum.

Kendi beynimde yolumu kaybetmekten...

Her sabah uyanıp başka bir ben bulmaktan...

Yoruldum.

İlaçlar...

Suskunluk...

Boşluk...

Onlar susunca ben yok oluyorum.

Ama konuşurlarsa da dünya yok oluyor.


(Kalkar. İzleyiciye yaklaşır.)


Şiir yazmak bazen bir dua gibidir.

Ama Tanrı sessiz.

Belki de onun da içinde bir ses konuşuyordur.

Benimle konuşan ses onun sesi mi?

Yoksa ben mi Tanrı'yım?


(Gülerek kendi kendine söylenir)


Bak, bak şimdi “tanrılık kompleksi” derler buna.

Siz her şeyi bir dosyaya sığdırırsınız.

Bir teşhis, bir tanı, bir reçete.

Ama ben?

Ben bir kağıda bile sığmam.


(Sandalyesine döner. Oturmaz, arkasında durur.)


Annem bir gün bana dedi ki:

“Oğlum, sen niye bu kadar uzaklaştın herkesten?”

Dedim ki:

“Ben uzaklaşmadım anne, onlar yaklaşamadı.”

Çünkü yaklaştıklarında içimi göreceklerdi.

Ve herkes bilir, şiirin içi karanlıktır.


(Sandalyeye oturur. Daktiloya bakar, ellerini tuşlara koyar ama yazmaz.)


Ben yazmak için doğdum.

Ama yazdıkça kendimi tüketiyorum.

Her şiirde biraz daha eksiliyorum.

Bir gün bir şiir bitince ben de biteceğim.

Son dizeyi yazdığım an...

Sessizlik olacak.

Gerçek sessizlik.

İçimde bile.


(Durur. Derin bir nefes alır.)


Ama korkmuyorum.

Çünkü ben zaten çoktan öldüm.


"Celaleddin Cihat" 
"AI"