Tepkisiz Hikmet




     Hikmet’in bu derece suskunluğuna kimse anlam veremiyordu. Tüm arkadaşları onu görünce mutlu olurdu. Hikmet sahafa gelen arkadaşlarını tebessümle karşılar bir iki kelime edip başlardı tütün sarmaya sonraysa arkadaşlarına çay ikram ederdi. Hikmet pek tepki vermezdi olaylara az konuşur çok tütün içerdi. Ne kadar az konuşursa konuşsun arkadaşları yine de onun yanında keyif alırlardı. Sahafa gelip çay içmek,tütün içmek Hikmet’ten az da olsa bir iki kelime duymak ve Hikmet’in sesinden şiir dinlemek onlara iyi gelirdi.

Hikmet değişik bir insandı elini çok yıkardı. Arkadaşları neden bu kadar çok yıkadın diye sorduğunda böyle daha rahat ettiğini söyleyip konuyu kapatırdı. Arkadaşları Hikmet’in obsesif olduğunu düşünürlerdi. Hikmet bu konunun bahsini açmayınca hiçbiri de bu konu hakkında soru sormazdı.

Hikmetin sahafı aynı zamanda kitap kafesi vardı bir dükkan almıştı.Onun üst katını sahaf alt katını kitap kafe yapmıştı. Haftada bir gün şiir gecesi yapar ayda bir de kitap tahlili yapardı. Şiir gecelerinde suskun Hikmet birden açılır şiirleri okur ve şiir bittiğinde şiirler alakalı düşüncesini söyler gelen misafirlerini de işin içine katardı. Hikmet aynı zamanda tiyatro oyunculuğu yapıyordu. Dükkanın bodrumunda bir sahnesi vardı. Ekibiyle olan toplantılar,çalışmalar ve provalar orda olurdu.

Altan yıllardan beri Hikmet’in en yakın arkadaşıydı. Sahafın ve kitap kafenin ortağıydı. Evli olduğundan dolayı Hikmet gibi orda yattığı günler ve Hikmet kadar oranın düzeniyle ilgilenemiyordu.Evliydi ve 2 çocuğu vardı. İlk gençlik yıllarında Altan ve Hikmet memleketlerinde bir tiyatro topluluğunda tanışmışlardı. Çok iyi anlaşmışlardı planlar yapmışlardı. Daha sonra Altan atanmıştı. Ağrı’ya atanmıştı. Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak görev yapacaktı artık. Hem sevinip hem üzülmüşlerdi. Aramızda 1000 kilometre olsa n’olur dostluğumuz bize yeter sıkıntı yok demişti Hikmet.Altan da ona katılmıştı ve sarılıp vedalaşmışlardı Altan Ağrı yolcusuydu.

Altan’ın Ağrı’da geçen zamanlarında Hikmet ve Altan sosyal medyadan görüşüyorlardı. Birbirlerini arıyorlardı. Hayallerini ve planlarını anlatıyorlardı birbirlerine. Sanatla ilgilenmek istiyordu ikisi de. Uğraşları tiyatro olsun edebiyat olsun istiyorlardı. Memleketleri taşra olunca tiyatrodan yazarlıktan para kazanmak bir hayli güçtü. Bundan dolayı başka işler arıyorlardı. Sanatın merkezi olan büyükşehirlere gitmek içinse bağlantı kovalıyorlardı. Hikmet yaptığı çocuk oyunlarıyla harçlığını çıkarıyordu fakat ev geçindirmeye yetecek bir parası yoktu. Bundan dolayı okulunu hemen bitirip işe girmeyi hedefliyordu o zamanlar.

                                          *

 Altan sahafı açtığında Hikmet’i kanepede uyurken gördü.Yine mi deyip Hikmet’e sinirlendi. Hikmet’i uyandırdı. Fakat Hikmet’in uykusu çok ağırdı bir türlü uyanmıyordu. Kitap okurken uyuduğu anlaşılıyordu. Kitap göğsünde duruyordu. Altan onu aldı ve masaya koydu. Hikmet uyanmıyordu bir sağa bir sola dönüyor fakat uyanmıyordu. Altan da pes etti ve ortalığı düzenlemeye başladı. Hikmet çoğu zaman evine gitmez dükkanda uyurdu. Yazmaya ve okumaya kendisini öyle bir kaptırırdı ki eve gitmek istemezdi. Bir gün Altan dayanamayıp sordu. Eve gitmeme sebebin buradaki ortamı çok sevmen mi yoksa evde bunalman mı? Dedi.

Hikmet’se acı bir tebessüm etti ve sahafı çok seviyorum da burada uyumamın bunla pek bir alakası yok ev beni boğuyor dedi. Altan da acı bir gülüş attı.

                                      *

 Bir gün Hikmet uzun uzun düşüncelere dalmıştı. Yaşadıklarını düşünüp pencereden kederli kederli dışarıyı seyretti. Neydi beni bu derece suskunlaştıran ve neydi beni bu derece bunalıma sokan diye düşündü. Düşünceler beynini kemirdi. Sahaftaydı hemen odasına geçti ve kendisine bir kahve yapmaya koyuldu. Çok yorgundu yüzleşmesi gereken dertleri vardı. Bunu yapmadı onun yerine kahve yapmayı daha mantıklı buldu. Hemen tütünü sardı kahvesini içerken bir yandan da sarı tabakasından aldığı tütünü kağıdına koyup sarmaya başladı. Dükkanı temizlemeye başladı. Kahvesini içtikten sonra rahatladı. Hemen çay demlemeye başladı. Dükkanı açma saati yavaştan geliyordu. Elini yüzünü yıkamak için lavaboya girdi ve yüzündeki kırışıkları ve yorgunluğu gördü.Aynaya uzun uzun baktı. Aynaya bakarken acı bir gülüşle ortama yayılan kasveti dağıtmak istedi. Elini yüzünü yıkadıktan sonra dükkanın kapısını açıp müşterilerini beklemeye koyuldu. Fakat kafasındaki düşünceler geçmiyordu. O sırada Altan’ı uzaktan gördü. Kulağında telefon hızlı adımlarla geliyordu. En iyisi dükkanı Altan’a bırakıp biraz evde dinleneyim diye düşündü. Altan geldiğinde durumu anlattı. Altan Hikmet’in halinde bir tuhaflık sezmişti. Bir sıkıntısı olup olmadığını sordu. Hikmet bir tebessüm etti ve her şeyin yolunda olduğunu bugün biraz dinlenmek istediğini söyledi ve yavaş adımlarla yolu izleye izleye evin yolunu tuttu.

Yolda gezerken her şeyi bulanık görmeye başlamıştı.Yollar,insanlar ve arabalar bulanıktı ve onu daha fazla rahatsız eden aklına gelen kötü anlar sesli bir biçimde de onu rahatsız ediyordu. Kulağında bu anların sesi vardı. Zar zor kendisini eve attı ve hemen lavaboya koştu. Midesi bulanmıştı. Safra kusmaya başladı Hikmet. Aynaya baktı. Aynaya baktığında gözünün kıpkırmızı olduğunu fark etti. Yüzünü yıkamaya çalıştı. Yüzüne değen su onun irkilmesine sebep oldu. Tekrar kafasını kaldırdı ve aynaya baktı. Bağırarak ağlamaya başladı. Lavaboda kendini yere bıraktı ve bağırarak ağladı. Kendini bırakmıştı bağırarak uzun bir süre ağladı. Daha sonra ayağa kalkmaya çalıştığında başının döndüğünü fark etti. Zar zor kendisini koltuğa bıraktı. Hareketsiz biçimde gözünde anılar canlanmıştı. Kendisine defalarca sorduğu soruyu tekrar sordu beni bu derece bunalıma sokan ne? Dedi. İşte gözünde tekrar o anlar canlandı.

 

                                   *

  Ortaokul son sınıf öğrencisiydi Hikmet o zamanlar. Dersine sıkı bir şekilde çalışmayı kendine hedef bilmişti. Liseye geçiş için sınava girecekti. Sonra Hikmet’e bir şey oldu. Aniden ölüm sorgulaması ve korkusu başlamıştı. Yavaş yavaş bu düşünceler etrafını sarmıştı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Çocuktu ve olayların farkına varamıyordu. Bunun bir depresyon olduğunun bilincinde değildi. Ölüm düşüncesi etrafını sarınca o da çareyi umursamazmış gibi takılmakta buldu. Önce ders çalışmayı bıraktı. Sonra durmadan dışarıda arkadaşlarıyla gezdi. Hikmet’in ailesiyse oğluna ders çalışmadığı için kızıyordu. Olayı anlamamışlardı. Aslında bu büyük değişimin nedenini bulmaları gerekti. Onun yerine kızmak istediler ve kızdılar. Hikmet’in umrunda değildi. Hikmet’in tek isteği vardı ölüm sorgulaması ve ölüm korkusundan kurtulmaktı. Bunun için çabalıyordu. Önündeki Liseye geçiş sınavı umrunda değildi. 3-4 ay bu korkuyla uğraştı. Daha sonra teslim oldu ve bu korkuyla baş başa kaldı. Hep uyumak istedi. Vakit buldukça uyuyordu. Uyumasa bile hep kanepede uzanıyordu. Artık daha fazla dayanamaz hale geldi.Lise sınavının sonucu açıklanmıştı. Çok kötü bir puanı vardı. Aradan biraz zaman geçtikten sonraysa tercihler açıklandı ve çok kötü bir okula yerleşti.

Ne yapacağını bilemedi. Okula başladığında kendini daha kötü hissetti ortama bir türlü alışamadı. Ailesi ders çalışmadığı için o okulda kalmasını bir ceza olarak görüyorlardı. Hikmet’in kötü olan ruh hali daha fazla kötü oldu Hayır hayır hayır ben bunu istemiyorum diye kendisine defalarca söyledi. Fakat Hikmet’i kimse duymadı. Çevresinden kimseye durumu açmadı ve içinde yaşadı. Zaten durumunun ne olduğunu bilmiyordu. Daha da önemlisi durumunun neden olduğunu bilmiyordu.

                                  *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet kanepede uyuya kalmıştı. Uyandığında akşam olduğunu fark etti. Eli hemen telefona gitti. Sekiz tane cevapsız aramanın olduğunu gördü. Altan aramıştı ve Altan defalarca da mesaj atmıştı. Hemen Altan’ı aradı. Altan telefonu neden açmadığını ve nerde olduğunu sordu. Altan eve geldiğini ve kapıyı defalarca çaldığını söyledi. Hikmet büyük bir dikkatle Altan’ı dinledi. Nasıl diye düşündü. Bu kadar ağır bir uykuya nasıl dalmıştı. Çok uykusunun olduğunu evde dinlendiğini söyledi.Altan bir yere gitme yanına geliyorum dedi.

Altan geldiğinde Hikmet’in halini görünce çok şaşırmıştı. Hikmet’in yüzü şişmiş ve gözleri kızarmıştı. Altan neler olduğunu bilmek istediğini söyledi. Hikmet defalarca iyi olduğunu sadece gece hiç uyumadığı için dengesinin bozulduğunu anlattı. Altan inanmasa da inanıyormuş gibi yaptı. Altan ve Hikmet ilk tanıştığı zamanlar birbiriyle uzun uzun muhabbet ederler ve muhabbete kendilerini o kadar kaptırırlardı ki sabah olduğunun farkına varmazlardı. Altan dışarıdan bakıldığında çok soğuk ve çok ters birisi olarak gözüküyordu. O yüzden Hikmet ilk başlarda Altan’la muhabbet kurmak istememişti. Fakat sonra Altan ve Hikmet’in sohbetleri derinleşmişti. Sahaf açmaları onların birinci hayallerinden birisiydi ve gerçekleştirmişlerdi.

                                  *

 

 

 

 

 

 

Hikmet’in aklından çıkmayan bir geçmiş vardı. Daha çocukken aklına gelen takıntılı düşünceler ilerleyen süreçte azalmaya başlasa da hala can acıtan türdendi. Hikmet her daim aklından gelen düşüncelerden kurtulmak için çeşitli yollara başvurmuştu. Kitap okuyarak aklındaki düşünceleri susturmaya çalışıyordu. Fakat onlar çok güçlüydü. Rezil geçen Lise 1 yıllarından daha da rezil geçecek yıllar olduğunu bilmiyordu. Lise 1. sınıfı bir şekilde atlatmıştı. Farklı bir okula nakil istemişti ve artık farklı bir okulda okuyacaktı. Yeni okulundaki ilk günü Hikmet için enteresan anlardan birisiydi. Abisi Erkan Hikmet’i okula götürmüştü. Kalabalık vardı yeni dönemin ilk günüydü. Büyük bir rabarbanın içerisindeydi. Herkes arkadaşlarıyla konuşuyor, öğretmenler kendi aralarında şakalaşıyorlardı. Okulun müdürüyse konuşma yapmaya hazırlanıyordu. Mikrofona vurarak ses kontrolü yapıyordu. Hikmet’se yeni okuluna ve yeni arkadaşlarına bakıyordu. Müdür konuşma yapmaya başladığı an abisi Erkan Hikmet’e gitmesi gerektiğini söyledi. Hikmet anaokuluna yeni başlayan çocuklar gibi abisinin gitmesini hiç istemiyordu. Bunu belli etmedi ve abisini uğurladı. Abisi giderken arkasından ağlamaklı gözlerle abisine baktı. Abisi bunu hissetmiş gibi arkasına döndü. Hikmet hemen kendini toparlayıp abisine el salladı. Müdürün konuşmasına kulak verdi. Müdürün sözleri kulağına uğultulu geliyordu. Ne dediğini doğru düzgün anlayamıyordu.

Müdür yeni gelen öğrencilerin ismini okuyup onları içeri girmesini söylüyordu. Hikmet kendisinin isminin söylenmesini bekliyordu. İsmi okunan hızlı adımlarla içeri doğru gidiyordu. Önemli bir şeye yetişecekmiş gibi hızlı hızlı merdivenlerden çıkıyorlardı. Hikmet’in ismi okunduğunda Hikmet hiç telaş yapmadan yavaş yavaş merdivenlere doğru ilerledi. Hiç hali yoktu ve umursamaz bir edayla merdivenleri çıktı içeri girdi. İçerdeki öğretmen geçmesi gereken sınıfı gösterdi. Hikmet sınıfa geçtiğinde sarışın bir öğretmenin gülen yüzüyle karşılaştı. Hemen boş bulduğu bir yere geçti. Öğretmen ismini sordu ve muhabbet etmek istedi. Hikmet kısa kısa cevaplarla muhabbeti bitirmeye çalıştı. Yanındaki arkadaşına baktığında zoraki bir gülümsemeyle ona bir selam verdi. Öğretmen sınıftakilerle muhabbet ediyordu. Hikmet ağlamak istiyordu. Öğretmenin enerjisi çok yüksekti Hikmet’se bugün bitse de eve gidip uyusam diyordu.

                                *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet biraz kendini toparlamıştı. Sahafı açmaya gittiğinde bu sefer kendisinden önce Altan’ın orda olduğunu gördü. Altan sandalyeye oturmuş sigara içiyor bir yandan da bilgisayardan yazı yazıyordu. Hikmet’i görünce Hikmet’in halinin daha iyi olduğunu görüp sevindi. Biraz muhabbet ettikten sonra Altan çayın demlendiğini söyledi ve kalkıp çayları getirdi. Çayları getirdiğinde Hikmet’in yüzündeki tebessümü gördü. Hikmet çay gelir gelmez hemen tütünü sarmaya başladı. Altan kendi tabakasını çıkartıp o da tütün sarmaya başladı tek kelime etmeden çaylarını tütün eşliğinde içtiler. Altan en son dayanamadı ve Hikmet’in halindeki değişikliğin ne olduğunu anlamak için sorulara geçti

-Bir sıkıntı yok değil mi?

-Nasıl yani?

-Nasıl yani deme görünüyor buradan Hikmet

-Bir sıkıntı yok çok uykusuzdum ondan oldu

-Yıllardır arkadaşınım herkes seni tepkisiz Hikmet olarak bilir. Seni hiçbir zaman bu kapar tepkili görmedim

-Demek ki yanlış tanımışsın tepkilerim sadece bir şiirin en vurucu yerinde çıkmıyormuş demek ki.

Bu son laf Altan’ı uzaklara daldırdı. Hikmet çevresi tarafından tepkisiz Hikmet olarak bilinirdi. Arkadaşları tepkileri sadece bir şiirin en vurucu yerinde tepkilerinin çıktığını söylerlerdi. Bu sefer farklı bir olay oldu. Hikmet şiir okumuyorken tepkilerini gösterdi. Altan ne kadar ısrar etse de derdini söylemedi.

 

Öğretmenin enerjisi her ne kadar yüksekse Hikmet’in enerjisi o kadar düşüktü. İçini anlamsız bir korku sarmıştı. O günü zar zor bitirmişti. Okulun servisine bindiğindeyse yer kalmadığını gördü. Ne yapacağını şaşırdı zaten topluluk içinde rahat edemezdi. Yer kalmamıştı ayakta gidecekti. Herkes bana bakıyor. Herkes bana gülüyor hissi her tarafını sarmıştı. Servisteki öğrenciler birbiriyle şakalaşırken o ise ne yapacağını bilmeden boş boş etrafı seyretti.Şoföre evinin yerini tarif etti. Servisten  indiği an hemen hızlı adımlarla evine doğru gitti. Hemen odasına girdi ve uzandı. Çok geçmeden uykuya daldı.

Uykudan uyandığında annesi günün nasıl geçtiğini sormuştu. Kısa kısa cevaplarla hemen konuyu kapatmaya çalıştı.

                                *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet sabah kalktığında yine bedenini her zamanki gibi o iğrenç his sarmıştı.Aklında yine o kötü hisler canlanıyordu. Neyse ki bu sefer tekti. Kalktı hemen bir tütün sardı aç karnına onu içti. Balkona çıkıp uzun uzun düşündü. Sahafı açma saati yaklaşıyordu. Bir an önce gidip açmalıydı. Altan evliydi eşiyle çocuğuyla kahvaltı yapıp gelsin istiyordu. Hikmet önceden gidip açardı sahafı. Ortalığı toparlar çayı demler ve dostlarının gelmesini beklerdi.

Kafasının yine karıştığını hissetti korkuyordu yine aynı kriz anının geleceğinden balkona çıktı tekrardan bol bol tütün içti. Yarım saatte 5-6 tane tütün içti. Birisini söndürüp diğerini yakıyordu fakat fayda etmiyordu.

                                   *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet çocukluğundan beri en büyük derdi anlaşılamamaktı kimseye kendini ifade etmemek istememesi de bu yüzdendi. Bedenini saran ölüm sorgulaması,ölüm korkusunu da kimseye açmadı. Ders çalışmayı bıraktığından ailesi tarafından çok fazla tepki almıştı. Kimseye derdini söyleyememek cehennemle eş değerdi onu o yaşta anlamıştı. Hikmet artık içini boğan sıkıntılarla boğuşurken birde çok sıkıntılı bir okulda okumak onu daha fazla berbat etmişti. Lise bir zamanlarında okulda her gün ayrı kavgalar oluyordu. Hikmet’se okulu sevmediğinden hep uyuyordu. Edebiyat hocası Serhat hocayla tanışana kadar kendini yıldıran seslerle nasıl savaşacağını da bilmiyordu. Serhat hoca sayesinde okumaya ve yazmaya başladı. Elinden geldiğince her şekilde kitap okumaya ve yazı yazmaya çalışıyordu. Yazmak ve okumak dışındaki zamanını yine uyumaya harcıyordu. Serhat hocanın derslerini büyük bir heyecanla bekliyordu. Onun derslerinde derslere katılıyor hocasına sorular soruyordu.

Eve geldiğindeyse hemen odasına geçip kitap okuyordu. Zaman böyle geçerken kafasındaki ölüm sesi de susmaya başlıyordu. Çok arkadaşı yoktu günün büyük bir bölümünü evde geçiriyordu. Bir gün bir şey oldu. Hikmet derdini hiç değilse birisine dökmek istedi ve o kişi olarak ablasını seçti. Ablası Melda’ya anlattı. Anlattığında titremelerine engel olamadı. Ne yapacağını yine şaşırdı. Ağlamak istedi ağlayamadı.

Ertesi gün uyandığında daha rahat hissetmişti. Okula babası götürüyordu. Yoldayken okulu her gördüğünde nefret kusuyordu. Okulu her gördüğünde ruhunu sızı kaplıyordu. Kimseye doğru düzgün bir derdini anlatmazdı. Kimse de Hikmet’e ne derdin var diye sormazdı zaten. Aynı evde yaşadığı ailesi bile sormazdı. Hikmet bir diğer ablası Zerrin başka şehirde yaşıyordu. Hikmet onu özlemişti ve görmek için yanına gitmek için okulların tatil olmasını bekliyordu ve şehir değiştirmek isteği vardı. Ablasının yanına gidecek ve onla birlikte tekrar memleketine dönecekti. Okulların bitmesine çok az bir zaman kala okuldan izin alıp ablasının bulunduğu şehre gitti. Otobüse bindiğinde çok mutluydu ablası Zerrin’i çok özlemişti. Uzun bir yolculuktu. Otobüs şoförünün hemen arkasında oturuyordu. Otobüs şoförünün açtığı türkülere kulağını veriyordu. Türkülere sevdası vardı.Hiç rahatsız olmadan sekiz saatlik yolculuğunun yaklaşık 3-4 saatini türkülerle geçirdi. Yol bittiğinde otobüsten indi ve ablasının sinirli yüzünü gördü

-O kadar gelmek istedin geldin rahatladın mı?

-Nasıl?

Cevap yoktu. O kadar yolu kendisi için gelmişti oysa ki,tekrar arkasına bakmadan koşar adım başka bir otobüs bulup memleketine gitmek istedi. Ablasının can yakıcı sözü beynini kavurdu. Ablasının evine gidene kadar kafasında bu söz dolaştı. Yatmaya gittiğinde yine bu söz beynini kavuruyordu.

                                          *

 

 

 

 

 

Yine geçmişe gitmişti Hikmet neden böyle oluyor bir türlü anlamıyordu. Ara ara geçmişe giderdi evet de son 1 aydır sürekli aklında geçmiş dolaşıyordu. Sürekli geçmişi düşünüyordu. Bu onu rahatsız etmeye başlamıştı. Bir an önce toparlanıp sahafın yolunu tuttu. Sahafa geldiğinde Altan’ın kapıyı açtığını gördü. Altan ondan önce gelmişti. Altan sahafın kapısını açtığında aralarında küçük bir muhabbet oldu ve içeri girdiler.

Altan ve Hikmet’in bugünkü şiir gecesine hazırlanmaları gerekti fakat içten içe bugün bir çilingir sofrası kurmak istiyorlardı. Şiir gecesini iptal etmek olmazdı. Bunun muhabbetini döndü ve en son verilen karar şiir gecesi bittikten sonra bir mekana gidip biraz bir şeyler içip dertleşeceklerdi. Altan evli olduğu için eve geç gitmesi sıkıntı yaratmasın diye eşini aramıştı. Bu tarz olaylar fazla olmadığından eşi olumlu yaklaştı ve şiir gecesi için hazırlıklara başlandı. Altan ve Hikmet şiirlerini teker teker çıkarttılar ve bağlamayla onlara eşlik edecek olan Murat geldi. Bir prova aldılar. Ardından mumları çıkarttılar. Ses sistemi kuruldu.Murat aynı zamanda her şiirden sonra bir türkü söylüyordu. Şiir gecesine hazırlık yapmak Altan ve Hikmet için büyük bir zevkti.

-Altan bu sefer geceye başlamadan hafiften bir fon müziği verelim o atmosferi önceden oluşturalım

-Ben bunu önceden söylemiştim zaten de sen bunu kabul etmemiştin

-Yahu şimdi kabul ettim işte

Altan ve Hikmet arasında böyle atışmalar olurdu sonu espiriyle biter ardından tekrar işlerine devam ederlerdi.

Yılların eskitmediği dostluktu. Tiyatro ekibinden tanışıp hayallerini gerçekleştirmek için yola çıkmışlardı. Sonunda mutlu oldukları yerlerdeydi ikisi de beraber sanatsal faaliyetler gerçekleştiriyorlardı. Yeni oyuna hazırlık vardı yarın sahafta okuma provası vardı. Onun için de hazırlık vardı. 2 aylık bir tatilden sonra tekrar oyunlar oynayacaklardı ve yeni bir oyun çıkartmak istemişlerdi. Onun mutluluğu da sarmıştı ekip arkadaşlarını ve iki sahafı.

Şiir gecesi başlamadan önce herkes muhabbete başlamıştı. Uzun zaman sonra şiir gecesine gelen,ilk kez mekana gelen ve neredeyse mekana hep gelen dostlarla muhabbet ediyordu iki sahaf. Bugün de dostlarını beklediler dostlar kapıdan içeri girdikçe gönülleri huzur doluyordu.

Şiir gecesi başladığında iki sahaf yerlerini aldılar ve başladılar. Tepkisiz Hikmet’in olaylara karşı donuk donuk bakışlarını olan bizim Hikmet’in yani dizelerde tüm tepkileri ortaya çıkıyordu. Dostlarla yine bir şiir gecesini yapmışlardı. Çıkışta Altan ve Hikmet çilingir sofrasına doğru gidiyorlardı. Mekana gelmişlerdi oturup birer tütün yaktılar. Altan ve Hikmet bir süre susup rakılarından içtiler. Mezelerden de biraz alırken Altan dayanamayıp muhabbeti başlattı

-Evet Hikmet efendi anlat bakalım nedir seni uzaklara daldıran?

-Yahu ne uzaklara dalması kaç gündür doğru düzgün uyuyamadım bu sıkıntılar hep ondan.

-Seni 12 senedir tanıyorum benden neyi niye saklıyorsun?

-Saklamıyorum.

Muhabbet durdu bir müddet sustular Sessizliği Hikmet bozdu.

-Bu aralar aklım hep geçmişe gidiyor yaşadıklarıma ve yaşayamadıklarıma.

-Fark ediyorum.

-Sürekli aklımda hep geçmiş var bir çamur gibi battıkça batıyorum.

-Dök içini Hikmet her ne varsa dök içini.

-Bu kadar Altan ne varsa bu beni delip geçen olay geçmiş.

-Geçmiş ne yaparsan yap geçmiyor aslında değil mi?

-Aynen öyle her ne yaparsan yap tam anlamıyla geçmiyor

-O zaman kadehleri tokuşturalım

Geceyi sarhoş bitirdiler. Taksiye binip eve zor gittiler. İkisi de evlerine gidince yatağa girer girmez uyudular. Ertesi gün Hikmet uyandığında sarhoş olmuş olsa da dünü çok iyi hatırlıyordu. İyi olmuştu içini dökmüştü. Şimdi hazırlanıp sahafa gitmeliydi. Her sabah büyük bir sevinçle giderdi sahafa. Sahafla arasında manevi bir bağ vardı. Hazırlanıp çıkarken yine bir şeylerini unuttuğunu fark etti. Unutkanlık başına belaydı. Her şeyi bir yerlerde unutuyordu. Unuttuğu telefonunu yerinden aldı ve hızlı adımlarla sahafa doğru gitti.

Sahafa gittiğinde telefonu çaldı. Ekrana baktığında Zerrin ablası arıyordu.

-Efendim

-Napıyorsun?

-Dükkana geldim yeni sen napıyorsun?

-Okuldayım.

-İyi.

-Öyle bir arayayım dedim napıyorsun merak ettim.

-İyi bakalım

-Var mı bir diyeceğin?

-Yok teşekkür ederim.

Telefonu kapattığında uzaklara daldı. Yılda 3-4 kez konuştuğu ablasıyla bu derece kısa konuşmalarının olması da kendisini üzdü. Yine aklı geçmişe gitmişti masanın birisine oturdu. Tabakasını açıp bir tütün yakıp uzun uzun düşünmeye başladı.

                                      *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Neden bunu demişti ki? Ben onu bu kadar severken ben onu bu kadar özlemişken ablam bana bu lafı neden söylemişti diye sabaha kadar düşündü ve hayatındaki ilk sabahlaması o gün olmuştu. Sabah olduğunda ablası onu şehre gezdirmeye çıkarmıştı fakat Hikmet hiç mutlu değildi orda olmaktan. Hikmet hiçbir şekilde orda durmaktan keyif almıyordu. Lokantaya gidiyorlardı. Yediği yemekten keyif almıyordu. Kafeye gidiyordu içtiği çaydan keyif almıyordu. Öyle ya da böyle keyif almadan bir gezi yapmıştı. Tekrar memleketine döndüğünde içini bir huzursuzluk kaplamıştı. .

Ablasıyla memlekete dönerken keyifsiz bir gezi yaptığı için kendisine kızıyordu. Keşke gelmeseydim diyen sözleriyle yavaş yavaş iç sıkıntısı çoğalıyordu. Memlekete geldiğindeyse bir yılını geçirdiği okulundan kurtulma planları yapıyordu. Nakil işlerini dikkatle takip ediyor ve puanın yeteceği okulları araştırıyordu. Yaz boyunca bol bol kitap okudu. Bol bol da yazılar yazdı. Nakil olmayacağını ve biraz daha o okulda kalacağını anlamıştı. Artık umudu gittikçe azalıyordu. Bir sabah uyandığında kendisinden habersiz babasının bir kolejle konuşup naklini aldırdığını öğrendi. Önce çok sevindi sonra çok şaşırdı. Kendi haberi olmadan birden böyle bir şeyle karşılaştı ve duruma çok şaşırdı.

Okullar açılmasına çok az bir zaman kalmıştı. Karmakarışık duygular içindeydi Hikmet yeni okul,yeni arkadaşlar ve yeni hocalar yani kısacası yeni bir hayata başlangıç yapıyordu.

Hikmet yeni okulunda da tanıştığı hocalar sayesinde okumaya ve yazmaya daha da çok isteklendi. Yazdıklarını hocasına gösteriyordu hocasıyla fikir alışverişinde bulunup daha sonra da hocasına da okuduğu kitaplardan bahsediyordu. Daha sonra Hikmet’in tiyatro aşkı tekrar canlandı ve okuldaki edebiyat hocasına bir tiyatro klubü açılalabilir mi diye konuşamaya gitti. Fakat okul yönetimi şu an olmaz diyerek bu teklifi reddetmişti. Hikmet bu haberden sonra hayal kırıklığına uğramıştı.

Hikmet yılmadan şehrindeki tiyatro klüplerini araştırmaya koyuldu. Fakat Hikmet’in hal ve tavırlarında değişiklik peyda olmuştu. Elini çok yıkıyordu. Elini yıkadıkça temizlenmediğini düşünüp bir daha yıkıyordu. Duşa giriyordu iyi temizlenmediğini düşünüp bir daha giriyordu.

Aslında işin nereye varacağını az çok tahmin ediyordu. Kondurmak istemiyordu. Bunlar OKB belirtisiydi. Gün geçtikçe ölüm takıntısı tekrar canlandı. Her an ölecekmiş gibi hissediyordu. Ölümün nasıl bir his olduğunu çılgınlar gibi merak ediyordu. Birgün öleceği gerçeğiyle hep baş başaydı ve artık işin içinden çıkamamaya başlamıştı. Kitap okuyamıyordu. Kitap okumaya başladığında aniden elimi temiz yıkadım mı,duşta iyi temizlendim mi? Soruları geliyordu. Kitap okumayı bırakıp ya elini yıkıyor ya duşa giriyordu ve bu işlemler saatlerini alıyordu. Ailesi durumu anlayamadığından sinirleniyordu. Artık işin içinden çıkılamayacağını

Melahat kardeşini doktora götürdü.

                                        *

 

 

 

Zerrin’le Hikmet’in telefon görüşmesi Hikmet’i bu gece uzun uzun iç muhasebeye sürükleyecekti. Hikmet de bunun farkındaydı. Derin bir iç çekip prova için ortam hazırladı. Okuma provası olduğu için sandalyeleri güzelce dizdi ve dostlarına güzel bir çay demledi. Altan aşağıyı idare ederken Hikmet yukarda hazırlık yapıyordu. Bir saat sonra prova için dostlar gelmeye başlamıştı. Prova günleri ekstradan eleman çağrılır o aşağıyı idare ederken Altan ve Hikmet yukarda provaya katılırdı.

Oyunu Altan yönetiyordu. Altan’ın kendi oyununu oynayacaklardı. Altan bu sefer oyuncu değildi. Hem yazmıştı hem de yönetecekti. Hikmet çay servisini yaparken yavaş yavaş oyuncular yerlerini almıştı. Hikmet de yerine oturdu ve Altan herkese sıra sıra metni okutuyordu. Önünde duran kırmızı deftere notlar alıyordu. Rolleri verip daha sonra değişmeler yapıyordu. Herkes acaba hangi rolü bana verecekler diye düşünüyordu.

Prova bittiğinde Altan şimdilik rolleri dağıtmış ilerleyen süreçte rollerin değişebileceğini söylemişti. Prova sonrası çaylar eşliğinde sohbet ediliyordu. Ekip 3 yıldır aynıydı ne yeni katılan vardı ne de ayrılan. Ara ara tartışmalar çıksa da ekip birbirine bağlı bir ekipti. Prova harici şehir dışı gezilerine,pikniğe gidiyorlardı. Turneye çıktıkları zaman otobüste müzikler eşliğinde oynayarak giderlerdi. Hikmet ve Altan ekibi toplamak için çok uğraşmıştı. Ekip dağılma noktasına gelmişti anlaşmazlıklar,disiplinsizlik ve uyumsuzluklar vardı. Büyük uğraşlar sonucu ekip bir araya geldi.

Prova bitince herkes dağıldıktan sonra Altan ve Hikmet beraber günün kritiğini yapmaya başlamışlardı. Altan’ın ilk yöneteceği oyun değildi birçok oyunu kendisi yönetmişti. Bu oyunu kendisi yazmıştı. Oyun sahnelemek açısından zor bir oyundu nasıl yapacağız diye Hikmet’le kritik yapıyordu. Hikmet Altan’ın endişelerini anlamıyordu. Her zaman nasıl üstesinden kalktıysak yine üstesinden kalkacağımızı düşünüyordu.

Altan’la gece geç saate kadar konuştular. Altan eve gittiğinde eşi ve çocuklarının uyuduğunu gördü. Biraz bir şeyler atıştırıp kendisi de uykuya daldı.

Hikmet eve gittiğinde kanepeye oturup bir sigara yaktı. Televizyonda bir belgesel programı açtı ve onu izleyerek uyuyakaldı. Sabah uyandığında titriyordu. Hava çok soğuktu. Üstüne bir şey örtmediğinden titreyerek uyandı. Saate baktı ve hemen kalkıp hazırlandı. Aynada kendisine baktığında yüzünü gözünü şiş buldu. İyice yüzünü yıkadı. Ardından saçını yıkadı ve hazırlanmaya koyuldu. Biraz erkendi belki ama çıkıp gitmek istedi. Yolda yürürken ekmek almaya çıkan Arif amcayı gördü biraz muhabbet ettikten sonra Arif amca bir gün şiir gecesine geleceğinden bahsetti ve Hikmet’e bazı tavsiyeler vereceğini söyledi. Hikmet yandaki marketten biraz simit alıp yanına da içecekle bir banka oturup kahvaltı yaptı. Tütününü yaktıktan sonra o banktan hiç kalkmak istemedi. Genelde evde boğulunca bu parka gelir ve uzun uzun etrafı izler. Çoğu zamanda elinde birası olurdu. Şimdiyse bir simit ve birde vişne suyuyla kahvaltısını yapıp dükkanının yolunu tuttu. Dükkana geldiğinde dükkanı açtığında içini bir huzur kapladı temizliğini yaptı ve masalardan birine oturdu tekrar düşüncelere daldı.

                                      *

Hikmet psikiyatriste ilk gideceği zaman çok heyecanlıydı ne yapacağını ne konuşacağını bilmiyordu. Psikiyatristin kapısı ilk açıldığı anda gördüğü gözlüklü zayıf adam not alıyordu. Kapı açıldıktan 2 saniye sonra Hikmet’e döndü. Hikmet nereye oturacağını bilemedi. Doktorla bakışmanın ardından Hikmet sandalyelerden birisine oturdu.

Anlattı yüreğini yakan her neyse hepsini teker teker anlattı. Daha 16 yaşında bir oğlandı ve yüreğini delen her neyse hepsini anlattı. Doktor dinledi ve notlarını aldı en sonunda Obsesif Kompülsüf Bozukluk tanısını koydu. Neydi bu hastalık,şimdi ne olacaktı?

Hastaneden çıkıncı ablasıyla eczanenin yolunu tutmuştu. İlaçları aldı ve evin yolunu tuttu eve gelince hafiften terlediğini gördü. Bu ilaçlar neyin nesiydi? Keşke gitmeseydim doktora diye düşünmelere başladı. İlk ilacını bugün alacaktı. İlacı alınca nasıl hissedecekti. Uykusu mu gelecekti,yoksa sersemleyecek miydi? Neler yapacağı konusunda telaşa kapıldı. Nitekim ilacını alacağı vakit geldi ve aldı. İlk yarım saat hiçbir etkisini görmedi buna sevinmişti. Daha sonraysa korkunç baş döndürücü etkisini gördü. Çok geçmeden yarım saat sonra uykusu geldi. Bulunduğu kanepede uyumak istedi. Annesinin tüm ısrarına rağmen odaya gitmedi. Çünkü odaya gidecek hali yoktu. Daha sonra ablası tuttu kolundan ve yavaşça odaya doğru götürdü. Ertesi gün uyandığında inanılmaz derecede büyük bir baş ağrısıyla uyandı. Hala sersemliği üstündeydi. Şükür ki günlerden Cumartesiydi okul yoktu. Hikmet kalkar kalkmaz saate baktı saat 14.00’dı. İnanamadı saate bu kadar nasıl uyumuştu. Saati görünce tüm sersemliği geçti hemen kalktı elini yüzünü yıkadı.

Neydi Hikmet’i hasta eden? Hikmet sürekli bunu düşünmeye başlamıştı. Neydi göğsünü bu kadar daraltan? Hikmet artık dayanamıyordu. Kendini kitaplara vermişti. Hikayeler,şiirler ve tasavvuf içerikli kitaplara vermişti kendisini.

                                        *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne yapacağını bilemez haldeydi. En son aklına bir fikir geldi. Bir aktivite yapmak istiyordu. Aktiviteyi hiç düşünmeden buldu. Hep hayali olan oyunculuk için tekrar çabalamak istedi. Şehrindeki tiyatro kurslarına baktı ve aramaya koyuldu. Halk eğitim merkezleri, kültür merkezleri hepsini gezdi ve en sonunda buldu. Yönetmen kendisini şu saatte provaya beklediğini söyledi. Hikmet çok heyecanlıydı topluluk içinde konuşmaktan hep kaçınan ve topluluk içerisinde girmekte hep zorluk çeken Hikmet sahneye çıkıp 200-300 kişinin karşısında oyun oynamaya talipti. İşte bu enteresandı. Hemen hazırlandı ve kültür merkezine doğru yola çıktı.

Kültür merkezinin içine girdiğinde bu sefer bir stres yaşadı. Benim burada ne işim var diye düşündü ve kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Neler oluyordu bana,beni bunca sıkıntıya sokan ve şu an birden buraya doğru iten neydi?

Hiçbir şey anlamıyordu. Yönetmeni aradı ve geldiğini söyledi. Kafeteryadayız dedi. Yavaş adımlarla kafeteryaya doğru ilerledi. Yönetmeni gördüğünde stres tüm vücudunu ele almıştı. Yönetmenin yanında uzun sakallı sert görünümlü birisi daha oturuyordu. Nedir bunca telaşım diye düşündü. Yine bir topluluğa girmişti. Elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. Sandalyeye oturdu. Yönetmen oyunu anlatmaya başlamıştı. Hikmet’in kafasında bir sürü olaylar dönüyordu.

Kafeteryadan çıkıp sahneye doğru ilerlediler. Hikmet’in eline bir metin verdiler. Rolün geldiğinde çıkarsın dediklerinde Hikmet’in eli ayağı birbirine dolandı. Hikmet yavaşça oyunu izlemeye koyuldu. Sırası geliyordu ve heyecanlıydı. Bir an bırakıp gitsem kaçsam diye düşündü ama bunu yapacak cesareti bulamadı. Sırasına iki laf kalmıştı. Artık terlemeye başladı ve sırası geldi. Tek bir kelam edemedi. Herkes ona baktı. Sırasının geldiğini söylediler ama tepkisiz Hikmet tepkisiz kaldı. En son yönetmen sinirlendi ve Hikmet’in ağzından replik aktı. Nasıl dediğini bilemedi. Okul müdürünü oynayan bıyıklı kilolu oyuncu en son lafa girdi

-Üstüne gitmeyin yahu çok efendi olduğundan birden böyle geveze birini oynayamadı

-Yahu elbet öyledir de tiyatro da böyle bir sanat sana en zıt gelen rolleri oynamak önemlidir.

-Şey benim ilk tecrübem bu ondan biraz duraksadım.

Hikmet karar vermişti. Tiyatro ona göre bir şey değildi. En yakın zamanda çıkacaktı. Bunun için planlar yapıyordu. Hem beni ekibe alın deyip hem de birden ben çıkıyorum diyemezdi. Yavaş yavaş diyecekti. Planını yaptı. O gün eve gittiğinde kendini yine çok kötü hissediyordu. Nerden bulaştım bu tiyatro işine diye söylenip durdu. Yarın da doktor randevusu vardı. Doktora da gitmek istemiyordu. Sadece yatıp uyumak istiyordu. Okula gittiğinde tüm arkadaşları birbirleriyle muhabbet edip eğleniyorken Hikmet sürekli düşünüyordu. Hayattan bir türlü zevk alamıyordu. Yavaş yavaş takıntılar da vücudunu ele alıyordu. El yıkamaları artmıştı. Daha da sıkıntılı bir olaya girmişti. Sanki bir hastalığa yakalanmış da ölecekmiş gibi düşünmeye başladı. Vücudundaki en ufak bir ağrıyı kansere yoruyordu. Başı ağrısa acaba tümör mü var diyordu. Şimdilik kendisini çok rahatsız edici bir şekilde gelmiyordu bu takıntılar. Hikmet kurtuluşu kendini dışarı atmakta buldu. Sürekli dışarı çıkıyordu ve yürüyordu. Esmer teni tüm bu acılara dayanmak için mücadele ederken kızarıyordu.

Hikmet tekrar doktora gittiğinde tüm sıkıntısını en ince ayrıntısına kadar anlatınca doktor gece aldığı ilacı gündüz de alması gerektiğini söyledi. Nasıl yani? Gece alırken yatağa zor gidip uyuyordu. Gündüz okulda,çarşıda,pazarda ne yapacaktı? Bunun düşüncesi bile kendisini korkuttu. Eve gittiğinde sürekli bunu düşünüyordu. Üstelik tiyatroya devam etme kararı almıştı. Yarın prova vardı ilacı alıp provaya gidecekti. Hikmet gençliğin verdiği heyecanla n’olursa olsun kafasına girip ilacı alıp provaya gitti. Ailesinin ilaca alışana kadar çıkma dışarı demesine aldırmadı. İlacı alalı 2 saat olmuştu ve uykusu gelmiyordu. Erken çıkmıştı evden. Prova başlayana kadar kültür merkezinin kafeteryasında oturup çay içiyordu. Kafasını kapıya çevirdiğinde yönetmeni gördü. Şişman beyaz saçlı sakallı yönetmen kendisini görünce sevindi.

-Nasılsın Hikmet

-İyiyim hocam biraz erken geldim oturuyordum.

-İyi yapmışsın

Çok geçmeden içeri geçtiler oyuncular yavaş yavaş geliyordu. Hikmet’in korktuğu başına geldi aniden başı dönmeye başladı. Sesler kulağına kesik kesik geliyordu. Stres basınca daha da kötü oldu midesi bulanmaya başladı. Kalkıp lavaboya mı gitse daha iyi olurdu yoksa kendini sıkıp ayılmaya mı çalışsa daha iyi olurdu işte bunu bilmiyordu. İşler gittikçe kötüleşti. Bir an çıkıp lavaboya koştu. Etrafındaki her şey dönüyordu. Bir anda her şey bulanıklaşıyordu. Sonraysa netleşiyordu. Ardından insanların sesleri kulağını tırmalıyordu. Kesik kesik gelen sesler stresini çoğaltıyordu zar zor lavaboya gitti. İçinde ne varsa boşalttı. Kusarken kendini o kadar kötü hissetti ki en son yere yığıldı. Yaklaşık 10 dakika yerden kalkamadı. Kusunca doğal olarak mide bulantısı geçti fakat başı hala dönüyordu ve uyku vücudunu ele geçirmek istiyordu. Salona geri döndüğünde direkt yönetmenin yanına oturdu. Sersem bir şekilde artık tiyatroya devam etmeyeceğini söyledi. Provayı böldüğünden haberi yoktu. Yönetmen bunu neden yaptığını,bırakmaması gerektiğini,yeteneğinin olduğunu söyledi. Hikmet yönetmenle tartışmak istemedi. Bari bugünlük bana müsaade edin gideyim dedi.

Salondan çıktığında adım atacak gücü yoktu. Eğer bir yere kafasını koyup uyursa uzun bir süre kalkamazdı. Dayanmalıydı sonuna kadar dayanmalıydı. Durağa gittiğinde otobüsün hemen geldiğini görünce bindi. Otobüste kafasını koltuğa yaslasa hemen uyuyacaktı. Bunu bildiğinden boş koltuğa oturmadı. Hemen arka kapının oraya gitti ve şoförün bir an önce kendisini indirmesi için dua etti.

Dayanacak gücü kalmamıştı. İneceği durağa geldiğini düşünürek düğmeye bastı ve indi. İndiğinde 3 durak önce indiğini fark etti. Bu olamazdı 15 dakika yürümesi lazımdı. İşte işler şimdi berbatlaşıyordu. Hızlı adımlarla yürümek istedi 3 adımdan sonra dengesini şaşırdı ve yere yığıldı. Kalkmak istedi kalkamadı. Adeta Hızır gibi anında birisi geldi kaldırdı. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Eve yaklaştıkça mutlu oluyordu. Binanın içine girdiğinde asansörün giriş katta olduğunu görünce daha da mutlu oldu. Asansöre girdiğinde düğmeye bastığı ‘Allah’ım sonunda bitiyor bu çile’ dedi. Evin kapısını güçsüz bir şekilde çaldı. Tokmak ses çıkarmamıştı. O derece güçsüzdü. O derece kötü durumdaydı ki zile basmayı akıl edemedi. Bir daha tokmağı vurdu. Yine olmadı. En son gücüyle tokmağı havaya iyice kaldırdı ve bıraktı. Tek bir vuruş iyi ses çıkarmıştı. Çok geçmeden annesi kapıyı açtı. Oğlunun halini görünce anlamıştı olayı. Hikmet ayakkabasını çıkardı odasına sallana sallana gitti ve yatağına sonunda kavuştu.

Uyandığında hava yine aydınlıktı. Hikmet tam 16 saat uyumuştu. Saat 16.00 gibi uyuyup ertesi gün sabah 08.00 gibi kalkmıştı. Hayatında ilklere şahit oluyordu. İnsanlar beni de görsün benle de ilgilensin beni de umursasınlar diye çıktığı yola erkenden veda edecekti. Tiyatro benlik bir olay değil başıma bir sürü iş açtı demeye başlamıştı bile. Günlerden pazardı. Biraz zaman geçsin yönetmeni arayıp tiyatroyu bıraktığını söyleyecekti. Olmuyor ben yapamıyorum. Ben 5-6 kişinin yanında bile bir laf söylerken çekniniyorum. Sahneye çıkıp 300-500 kişinin içerisinde nasıl konuşacağım? Bu tarz laflarla adeta kendisini yiyip bitirdi.

Kahvaltısını yaptıktan sonra tekrar ilacını içti o ara büyük abla Zerrin’de uyanmıştı. Bir an öylece bakıştılar. Zaten ablası genel olarak Hikmet’i ya eleştirir ya da Hikmet’le tartışırdı.

-Merak etme Hüseyin dayıma verilen ağır ilaçları sana vermezler ilk zamanlar bu ilaçlar seni zorlar. Daha sonra alışırsın. Çok geçmeden de iyileşirsin bu zamanlarda olur böyle sıkıntılar.

-İnşallah abla

Ablasıyla hep böyle kısa cümlelerle iletişim kuruyordu. Çok farklı dünyaların insanlarıydı. İletişim az tartışma fazla.

                                   *

 

 

 

Çok geçmeden yönetmeni arayıp tiyatrodan ayrıldığımı söyledi. Hikmet bundan sonra rahat olacağını zannediyordu. Rahat hissetmesi çok sürmedi. Takıntılar gittikçe vücudunu ele geçirdi. Sürekli elini yıkamak istiyordu. Başı ağrısa öleceğini düşünüyordu. Ablasıyla sürekli doktor doktor geziyordu. Her gittiği doktor sıkıntı olmadığını söylüyordu. Hikmet yine de düşüncelerine engel olamıyordu. Psikiyatristin verdiği ilaçlar sürekli uykusunu getiriyordu. Bitmek bilmeyen bir huzursuzluk hali de vardı. Bir gün edebiyat öğretmeni Hikmet’e ne bu sürekli uyuyorsun ve sürekli yüzün asık tarzında laflar söyledi. Hikmet anlatmak istemedi. Kaçamak cevaplarla hocasından kaçtı. Tiyatrodan ayrıldığına pişman olmuştu. İlaç artık onu fazla rahatsız etmiyordu. Biraz da olsa alışmıştı. Tekrar yönetmeni arayıp başlamak istediğini söyledi. Yönetmen oyuncu kadrosunda eksik yok rejiye verelim dedi. Hikmet anında ondan da vazgeçti. Dengesiz tavırları vardı. Bir noktadan sonra kitap bile okuyamaz hale gelmişti. Bir cümleyi defalarca okuyor. Onda takılı kalıyordu. Dersleri de kötü gitmeye başlamıştı. Ailesi pek üstüne gitmiyordu. Her şey tamamdı da Hikmet nasıl hasta olmuştu. Hikmet’i hasta eden dayısından geçen genler miydi? Yoksa Hikmet’i hasta eden başka şeyler mi vardı? Yoksa her ikisi miydi? İşte Hikmet bunu merak ediyordu.

Bir cevaba ulaşmak çok zordu.

Hikmet bir şekilde yılı bitirmişti. Yaz tatilinde sürekli uyudu. Uyumadığı zaman ya duşa girmek istiyordu ya da elini yıkamak istiyordu. Bunu yaşamamak için uyuyordu. Doktor sürekli ilaç değişiyordu. Hikmet faydasını çok görmüyordu. Çareyi uyumakta buldu. Üstelik takıntılar aile üyelerini sinirlendiriyordu. Hikmet çaresiz kalmıştı. Yaz tatili bitmeye yaklaştığında daha da çok stres altında kaldı. Çünkü okulda sürekli uyuyamazdı ve sürekli elini yıkayamazdı. Öğrencilerin garip bakışlarına katlanmak istemiyordu.

                                      *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Okul açıldı ve Hikmet her zamanki gibi istemeyerek okulun yolunu tuttu. Derste sürekli uyumaya çalışıyordu. Eğer uyumazsa elini yıkamak istiyordu. Hocasından izin aldığındaysa dersin yarısını lavaboda geçiriyordu. Bu da çok dikkat çekiyordu ve dersi bölüp lavaboya gitmek de yine arkadaşları arasında dalgaya sebep oluyordu. Elini çok yıkadığını gören sürekli aynaya baktığını gören arkadaşları onla sürekli dalga geçiyordu. Onu dışlamaya başlamışlardı. Bu da onun yalnız kalmasına ortam hazırlamıştı. Yalnız kaldıkça daha çok yazıyor ve daha çok okumaya başlamıştı.

Hikmet’in telefonu bir cumartesi çaldı. Arayan geçen sene çıktığı tiyatro ekibinin yönetmeniydi.Bir oyun var oynamak ister misin? Demişti..Bu sefer başaracağım düşüncesine kapıldı Kendisini toparlamıştı bu sefer her şey daha iyi olacaktı düşüncesiyle mutlu olmuştu. Hemen kabul etti. İlk prova gününü iple çekti. Prova saati okul saatiyle çakışıyordu. Okul müdüründen zar zor izin aldı ve ilk provaya gitti.

Salondan ilk girdiği an içini büyük bir ferahlık kapladı. Rollerin dağıtılmasını bekledi ve kendisine verilen rolü okuma provasında oynadı. Ekip arkadaşları kendisine çok üstten bakıyordu. Ama bu onun umrunda değildi. Çünkü Hikmet tiyatroya kavuşmuştu ve kendisini çok rahat hissediyordu. İkinci prova sahnede olacaktı. Bir Cumartesi günü Hikmet büyük bir heyecanla kültür merkezinin yolunu tuttu. Prova başladığında Hikmet’in lafı her geldiğinde yüzler asılıyordu. Hikmet bunun farkındaydı. En sonunda birisi provayı böldü

-Hocam olmuyor ya yapamıyor. Yapıyor mu arkadaşlar.

-Zafer ona ben karar veririm sana noluyor

-Hocam böyle her geleni alacak mıyız?

-Mola arkadaşlar

Kendini Ferhan Şensoy zanneden bu şahıs Hikmet’i epey kızdırmıştı. Hikmet o zamanlar çok kırılgandı. Hemen kırılırdı. Böyle olması insanları ona kırmaya itiyordu. İnsanlar onun bu özelliğini görüp ona istediği gibi davranıyordu. Hikmet o zamanlar bunun farkında değildi. Hikmet oyundan çıkmak istemedi aynı zamanda kalmak da istemedi. Morali çok bozulmuştu. Zaten üçüncü prova olmadan oyun iptal edildi.

Oyunun iptal edilişi yine sevindirmişti Hikmet’i tiyatroyla ilgilenmeyi çok istiyordu bir şeyler engel oluyordu ondan dolayı da yapamıyordu. Topluluk içerisine girmekte zorlanıyordu. Buna rağmen sahneye çıkmak istemesi de tuhaftı. Sonuç olarak bir deneme daha başarısızlıkla sonuçlandı. Bu sefer kendisi istememişti tek fark buydu.

Tekrardan kitaplarına döndü. Dersleri bir şekilde geçiyordu. Neredeyse hiç ders çalışmıyordu. Sürekli kitap okuyordu ve elinden geldiğince hikaye ve şiir yazmaya çalışıyordu. Hikmet’in edebiyat öğretmeni Bir şiir dinletisi olacağından bahsetti. Hikmet’e hem sunuculuk hem de bir şiir okuması için teklif götürdü. Hikmet biraz düşündü önce yapamam düşüncesine girdi. Sonraysa bu tarz aktiviteler beynimi biraz olsun meşgul eder ve takıntılar uzaklaşırım düşüncesine girdi. Hocasının teklifine olur dedi. Heyecan basmıştı Hikmet’i yapamazsam ve rezil olursam diye düşüncelere daldı. Çıkıp bir şekilde yapmaya çalışmalıydı. Heyecanlanıp konuşamazsa da koşarak inerim sahneden kaçarım diye absürt bir düşünceyi bile aklına getirdi.

Provalar başlamıştı Hikmet Nurullah GENÇ’in Rüveyda adlı şiirini okuyacaktı. Hocası Hikmet’e övgüler yağdırıyordu. Bu övgüler gerçek miydi? Yoksa bu övgüler Hikmet’in berbat şiir okumasını gidermek için miydi? Hikmet bunu ayırt edemiyordu.

Şiir dinletisine az bir zaman kalmıştı. Okulun en güzel kızı Hikmet’in yanına gelip ‘Ne kadar da güzel şiir okuyorsun ses tonun çok etkileyici’ Dedi. Hikmet o zaman anladı ki hocasının övgüleri gerçekti. Hikmet’i bu zamana kadar okuldaki kimse doğru düzgün tanımazdı. Hikmet sınıftan pek çıkmazdı. Herkesin konuşmak için çabaladığı o kız Hikmet’le muhabbet etmeye gelmişti. Hikmet bu şiir dinletisi sayesinde okulda sınıfındaki öğrencilerden başka öğrencilerle de tanışmaya başlamıştı. Özellikle okulun en güzel kızı olan Hatice ona böyle bir söz söyledikten sonra Hikmet bir an şoka girdi. Bu kızla konuşmaya çalışan onlarca erkek vardı. Hiçbirine yüz vermezdi. Hikmet’le konuşmaya Hatice gelmişti. Hatice’yle biraz muhabbet etmişti. Şiir,hikaye ve romanlarla alakalı konuştular. Hikmet Hatice’nin arkadaşlığını çok sevmişti. Kendisinin bu konuları konuşacağı arkadaşı yoktu. Çevresindeki erkek arkadaşları iddia ve araba dışında konuşmuyordu. Hikmet’in iddiayla futbolla alakası hiç yoktu. Arabalarla ise ilgilenmiyordu. Arabalarla tek alakası onları sürmekten zevk almasıydı. Arabaların özellikleri hakkında hiçbir fikri yoktu. Oysa babası küçük yaştan itibaren ona araba sürmeyi öğretmişti. Dayısının oto galerisine sık sık giderdi. Dayısını çok sevdiğinden dolayı sürekli onun yanına giderdi. Dayısı ona araba sürdürürdü ve trafikte neler yapması gerektiğini kavgadan her zaman uzak durması gerektiğini söylerdi.

Şimdiyse edebiyat konuşacağı bir arkadaşı olmuştu. Hikmet çok mutluydu. Hatice’yle uzun bir sohbetin ardından provanın da bitişiyle servislere doğru yürüdüler ve ardından ayrıldılar. Hikmet eve gidene kadar Hatice’yi düşündü. Nasıl oldu da Hatice kendisiyle konuşmak istedi hala aklı almıyordu.

İşte o gün gelmişti şiir dinletisine saatler kalmıştı. Hikmet sunucu olduğundan dolayı bugün sivil giyinecekti. Güzel bir takım elbisesi vardı. Bugün onu giymişti. Program başlayana kadar heyecandan hiçbir dersi dinleyemedi. Program saati yaklaştıkça eli ayağına dolaşıyordu. Neyse ki sorunsuz bir şekilde program saatine kadar gelebildi.

Öğrenciler,öğretmenler ve veliler yavaş yavaş salonu doldurdular. Hikmet sahneye çıktı Tepkisiz Hikmet tepkilerini bir şiirin en vurucu anında çıkartacaktı. Programın giriş kısmını sundu. İlk şiir okuyacak öğrenciyi sahneye davet etti. Yani ilk şiir okuyacak kişi Hatice’ydi. Hatice sahneye ilk adımını attığı an göz göze geldiler. Birbirlerine gülümsediler. Hikmet mikrofonu Hatice’ye verdi. Hatice Didem Madak’tan Ahlar Ağacı şiirini okudu. Şiiri okurken adeta yaşıyordu. Hikmet provada defalarca dinlemişti Hatice’yi. Hatice Şiiri bu sefer çok farklı okuyordu. Hatice’nin şiiri bittiğinde salondan coşkulu bir alkış koptu. Hikmet daha sonra şiir okuyacak diğer öğrencileri yavaş yavaş sahneye çağırıyordu. Programın sonuna geldikçe Hikmet acaba beni de beğenecekler mi diye düşünmeye başladı. Kendisi en son okuyacaktı. Yavaş yavaş sona yaklaşılıyordu. Sondan bir önceki öğrenciyi çağırdı. Hikmet bu şiirin ardından kendi şiirini okuyacak ve program bitecekti. Sıra kendisine geldiğinde fon müziği açıldığında dizleri titremeye başladı. Şiiri okumaya başladığında heyecanı gittikçe azalmaya başladı. Şiirin sonuna yaklaştığında şiirin en vurucu yerinde tepkilerini artık daha çok göstermeye başlamıştı. Şiir bitti ve salonda inanılmaz coşkulu bir alkış koptu. Ayakta alkışlayan veliler vardı. Hikmet bir anda inanılmaz derecede bir mutluluğa ulaştı. Demek ki bir şeyleri başarabiliyordu. Buna çok sevindi. Program bitiminde veliler,öğrenciler ve öğretmen Hikmet’i tebrik ettiler. Hikmet artık bir şeylerin değiştiğini seziyordu. 

                                     *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet programdan yaklaşık bir hafta sonra okulun merdivenleri ağır adımlarla çıkarken karşısına çıkan afişe çok şaşırdı. Okulda tiyatro ekibinin kurulacağı haberi yazıyordu. Geçen sene hocasına rica etmişti. İdareci ikna etmeye çalışmıştı. Şimdi ne değişmişti? Bu haberi duyunca çok mutlu olmuştu.

Hikmet’in çevresi genişlemişti artık. Dinletiden sonra yeni arkadaşlar edinmişti. Hala arkadaşlarıyla muhabbet ederken donuk bir ifadeyle yani tepkisiz bir şekilde dinliyordu onları ama arkadaşları Hikmet’i çok sevmişti. Özellikle haticeyle neredeyse her teneffüs görüşüyordu.

Haberi alır almaz ilk Hatice’nin yanına gitti. Hatice ‘Hadi o zaman hemen gidelim hocanın yanına ve kaydolalım o zaman’ Dedi. Hikmet Hatice’yle yine bir aktivite içerisinde buluşacaktı. Bu onun mutluluğunu daha da çok arttırdı. Hatice ve Hikmet 3. dersin teneffüsünde hocayı buldular ve kayıt yaptırdılar. Edebiyat öğretmeni Neziha çalışmaların ikinci dönem başlayacağını söyleyince Hikmet ve Hatice biraz üzüldü. Çünkü ikinci dönemin başlasına daha 2 ay vardı.

                                           *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hatice ve Hikmet artık dışarıda da buluşmaya başlamışlardı. Mekan fark etmiyordu onlar için bir araya gelip aktivite yapmak ikisine de iyi geliyordu. Bazen parkta oturuyorlar bazen de bir cafeye gidip çay,kahve içiyorlardı. Hikmet ve Hatice bir ilişkinin başladığını biliyorlardı. Yine de ikisi de uzun zaman bu ilişkiyi açıkça birbirlerine söylemediler. Bu sessiz ilişkiyi bozan da Hatice olmuştu. Birgün Hikmet’in yanağına kondurduğu öpücük bu ilişkinin başladığının kanıtıydı.

Birlikte güzel vakit geçiriyorlardı. İkisinin zevkleri de aynı sayılırdı. Bundan dolayı iyi anlaşıyorlardı. Tek bir sorun vardı Hikmet’in ara ara kafede otururlen lavaboya gidip uzun süre gelmemesi Hatice’yi düşündürüyordu. Hikmet lavabodan her geldiğinde elindeki kızarıklığa Hatice anlam veremiyordu. Hikmet Hatice’yle ilişkiye başladığı günden beri daha rahattı. İlaçlar da tesirini göstermişti. Ara ara gelen ölüm korkusu ve takıntılar gözleri üstüne çekmese daha da iyi olacaktı. Hikmet lavaboda uzun süre durup sık sık lavaboya gittiği her an Hatice’nin yönelttiği sorulara kaçamak cevap veriyordu. Bu durum aralarında tartışmaya neden oluyordu. Çok uzun zaman geçmeden ilişkilerinde sorun çıkmaya başlamıştı. Hikmet sürekli anlattığı lafları tekrarlar olmuştu. Hatice anladığı söylediği halde cümleleri tekrarlamaya başlamıştı.

                                         *

 

 

 

 

 

 

İkinci dönemin ilk günü nöbetçi öğrenci Hikmet’in adını okudu. Konferans salonunda prova olacakmış. Hikmet aniden kalktı ve sınıftan çıktı. Konferans salonuna girdiğinde gözü Hatice’yi aradı ve Hatice ikinci sırada ona bakıyordu. Araları bozuk olsa da Hatice’nin yanına gitti. Hatice gülümseyerek ona baktı. Yanına oturdu ve sanki ilişkilerinde son zamanlarda onlarca sorun çıkmamış gibi birbirleriyle çok güzel sohbet kurdular.

Edebiyat öğretmenleri bir konuşma yaptı. Bir tiyatro yönetmeni onlara eşlik edeceğini söyledi ve bir oyun çıkartacaklarından bahsetti. Çok geçmeden yönetmen içeri girdi ve bir kitap istedi. Edebiyat öğretmeni hemen bir kitap çıkardı.

-Sıradan alalım gel bakalım

Hikmet’in sağ tarafında oturan Mehmet çıkmak istemedi. Hikmet’e ‘Sen çık oğlum ben yapamam’ Dedi. Tiyatro yönetmeni bu olayı görmüş olacak ki. ‘Tamam o zaman ilk kim çıkmak isterse o gelsin.’ Dedi. Hikmet yaklaşık 5 saniye boyunca türlü türlü düşüncelere daldı. Şiir dinletisinde sunuculuk yapmıştı. Daha sonra bir şiir de okumuştu evet ama bu başkaydı. Çıksa rezil olur muydu. Bu kadar kişinin önüne çıkartıp ne yapacaktı? Hikmet uzun bir beş saniyenin ardından parmak kaldırdı ve sahneye çıktı.

-Evet şimdi bu metni düz bir şekilde oku

-Biliyorum gideceksin bir eylül ayında ve günün herhangi bir vakti gideceksin

-Çok güzel devam et sinirli şekilde oku.

İşte Hikmet telaşa kapandı. Rezil olur muyum ya yapamazsam düşüncesi uzun bir 2 saniye boyunca bedenini ele geçirdi ve sonunda devam etti.

-Ne eski bir şarkı engelleyecek gitmeni ne de yalnızca gözlerimde sakladığım aşkım.

Hikmet sanki eylül ayında terk eden bir sevgiliye öfke kusar gibi okuyordu bu dizeleri.

-Çok güzel şimdi gülerek oku bakalım.

Hikmet içinden ‘Yeter be adam yeter rezil olacağım yeter bir daha da tiyatroya bulaşmayacağım ne baş ağrıtıcı bir şeymiş bu. Hadi o ekiptekilerle sürekli beraber değilim. Buradakilerle sürekli beraberim rezil oluyorum be adam yeter.’ Dedi

-Usul usul ve ağır başlı adımlarla gideceksin.

Hikmet sanki gidişinden çılgına döndüğü sevgilisine sesleniyordu. Onun gidişinde bir sinir krizine tutulmuştu da bu sinir krizine kahkalar eşlik ediyordu.

-Çok güzel tebrik ederim. Yerine geçebilirsin.

Nolmuştu şimdi? Kağıda ne notu alıyordu. Yerine oturur oturmaz Mehmet ‘Lan ne yaptın öyle oğlum içinde bir oyuncu yatıyormuş’ Dedi.

Gerçekten beğenmişler miydi? Yoksa takıntıları yüzünden dalga konusu olan Hikmet yeni bir dalga konusu mu olmuştu?

                                       *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İkinci provanın gününü iple çekiyordu ve nihayet o gün gelmişti roller dağıtılacaktı. Yönetmen neredeyse herkese tüm rolleri denetti. Sürekli küçük kırmızı defterine notlar alıyordu ve sonunda herkese rollerini dağıttı ve Hikmet başrolü almıştı. Demek ki gerçekten beğenilmişti. Her şeyden şüphe duyuyordu. İnsanlar dalga mı geçiyor yoksa gerçekten mi söylüyor kendisiyle alakalı fikirlerini bilemiyordu. Bu gerçekti bundan emindi.

Bu oyun vesilesiyle Hatice’yle arası da düzelmişti. Provalar sayesinde daha fazla vakit geçiriyorlardı. Hikmetin kafasındaki düşünceler de daha da uzaklaşıyordu. Yine de en ufak bir baş ağrısında beynimde tümör mü var acaba düşüncesinden kurtulamıyordu.

İkinci provada hoca tekrar birkaç oyuncuya bazı rolleri dağıttı. En sonunda Hikmet’e başrolü verdi. Hikmet şaşırmıştı. Hatice koluyla dürttü ve bir tebessümle Hikmet’e sarıldı. Ortamlarına almayan arkadaşları Hikmet’i tebrik ettiler. Hikmet her insanda olan ‘ben varım,beni görün’ hissini böylelikle başarıyla tatmıştı.

Provalar çok eğlenceli geçiyordu. Hatice’yle çok güzel vakitler geçiriyordu. Okul çıkışı eve birlikte gidiyorlardı. Servisi bırakmışlardı. Hafta sonu Hatice’yle buluştuğunda sürekli aynaya bakmak için elini yıkamak için dakikalarca lavaboya gitmiyordu. Ehliyeti olmadığı halde babasından arabayı alıyor ve Hatice’yle şehrin turunu yapıyordu. Bu ona iyi geliyordu.

Zaman geçiyordu. Oyuna az bir zaman kalmıştı. Oyunun provasını izleyen hocaları Hikmet’i hep tebrik ediyorlardı. Hikmet sürekli eleştirilerle büyümüş birisiydi. Tebrik edilmek onu hem şaşırtıyor hem mutlu ediyordu. Oyuna babasını da davet etmişti. Oyunun gününü ve saatini söylemişti. Babasının iş arkadaşı Erhan’ı da çağırmıştı. Erhan’la Hikmet’in çok iyi bir ilişkisi vardı. Erhan’la sürekli iletişim halindeydi. Onu bir baba ve amca gibi seviyordu. Erhan Hikmet’in tüm bu çabasını takdir ediyordu. Hikmet takdirden uzak büyüdüğü için Erhan’a büyük bir muhabbet besliyordu. Oyun günü geldiğinde Hikmet’in hala heyecanı yoktu. Bir an önce o an gelsin sahneye çıkayım diyordu. Telaşı yoktu. Sahne zamanı yaklaştığında hala bir telaş görmüyordu. Ne zamanki sahneye adımı attı işte o zaman Hikmet’i bir telaş kapladı. Korku heyecan stres hepsi bir araya geldi. Neyse ki hemen toparladı. Oyun boyunca büyük bir mutluluğa eriştiğini gördü. Sahnede olmak onu çok mutlu ediyordu. Sahnede olmak adeta onu tedavi ediyordu. Yaklaşık 1 saat 15 dakika süren oyun bittiğinde. Selamlaşmaya geçildiği an Hikmet büyük bir gururla çıktı ve selamını verdi. İşte o an salonda büyük bir alkış tufanı koptu. Koltuklara baktığında babasının ona tebessümle bakarken gördü. Babası çok gülmeyen çok konuşmayan ve hiçbir şekilde ihtimal verilmezdi bir tiyatroya geleceğine. İşte Hikmet buna şaşırdı. Gözleri doldu. Oyun çıkışı yemeğe gidildi ve Hatice ile Hikmet mutluluklarını paylaşıyorlar. Hiç durmadan muhabbet ediyorlardı. Hikmet eve gittiğinde babası daha iş yerinden gelmemişti. Yemek yerken kapı çaldı ve babası geldi. Babasından hiçbir zaman duymadığı duyacağını da hiç düşünmediği bir cümle duydu. ‘ Sen ne yaptın be oğlum? Helal olsun sana’ Hikmet neler yaşadığına inanamıyordu. Tiyatroya aşık olmuştu bir anda.

 

Okul yaz tatiline girmişti. Hikmet bir anda boşluğa düşmüştü. Haftanın 3-4 günü Hatice’yle buluşuyordu. İlişkilerinin eski tadı kalmamıştı. Bir alışkanlık vardı sadece. Hatice’yle sürekli tartışmaya başlamıştı. Stres Hikmet’i tekrar eski zamanlara götürmüştü. Elini çok yıkıyordu. Eli artık çatlıyordu. O derece fazla yıkıyordu ki eli çatlıyordu. Hikmet fotoğraf çekilirken elini kolunu nereye koyacağını bilmeyen insan çaresizliğiyle yaşamına devam ediyordu.

Sürekli tartışmaların sonu gelmiyordu ve Hikmet’le Hatice ilişkilerini bitirmişlerdi. Hikmet’in üstüne yüklenen stres birikmişti. Hikmet artık sürekli uyumak istiyordu. Uyumak istediğinde bile rahat yoktu. Çünkü sürekli elini yıkıyordu. Tam yeter artık yıkamayacağım dediği anda tekrar yıkıyordu. El yıkaması dakikalar sürüyordu. Artık işin içinden çıkamıyordu ve tekrar randevu aldı. Doktora gidip neler anlatacağını da bilmiyordu. Doktorun kapısına girdiği anda başka bir aleme girmiş gibi oluyordu. Hayatta hiçbir şekilde zevk alamamaya başlamıştı. Depresyonun ağırıyla ilk kez tanışıyordu. Bu ona çok tuhaf geliyordu. Birden her şeyin berbatlaşmasına anlam veremiyordu. Tiyatroda bitince ne yapacağını şaşırdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Doktor randevusu gelmişti. Yine o kapıdan girdi ve bir anda ben neden buraya geldim sorusu onun her tarafını sardı. Doktor ne durumda olduğunu sorunca bir bir döküldü. Doktor ilaçlarda bir düzenleme yapacağız demişti. Hikmet o an içinden şimdi tekrar aynı şeyleri yaşayacağım korkusuna girmişti. Hikmet yaz tatili boyunca sürekli uyudu. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Sürekli depresif bir haldeydi. Okulun açılmasını hiç istemiyordu. Okulun açılması ona bir zulüm olarak geliyordu.  Çocukken de böyleydi. Büyüdü yine böyle hissetti. Çocukluktan beri bir tuhaftı zaten.

Okulun açılacağı gün üstünde bir bezmişlik vardı. Yavaş adımlarla sınıfa girdi. Artık lise son olmuştu ve önünde bir sınav vardı. Sınav stresi her tarafını sarmıştı. Her yerde bir dinginlikle oturuyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aradan uzun zaman geçti bizim Hikmet üniversiteli oldu. Psikolojik olarak iyiydi aslında. Ta ki o güne kadar. Hikmet bir anda bir gün uyandığında ölüm korkusuyla uyandı öleceksem neden yaşıyorum ki düşüncesi Psikolojik olarak iyiydi aslında. Ta ki o güne kadar. Hikmet bir anda bir gün uyandığında ölüm korkusuyla uyandı öleceksem neden yaşıyorum ki düşüncesiyle uyandı. İşte hayatın bir tokadını daha yemişti Hikmet. Doktor ne yapsa ne etse hastalık geçmiyordu. Takıntılar da çoğalmıştı. Her yerde ölü gibi bakıyordu. Üstünde bir ölü toprağı vardı bir türlü geçmiyordu. Ne yapacağını kendisi de bilmiyordu. Doktor ilaçlarını yükselttikçe daha da bir suskunlaşıyordu. Çok fazla uykusu geliyordu. Uykusu gelmese bile uyumak istiyordu. Bu dünyaya başka türlü dayanmak imkansızdı. Artık kendine zarar vermeye başlamıştı. Kollarını kesiyordu. Ailesi telaşa binmişti. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. En son çareyi hastaneye yatırmakta buldular. Hikmet reddetti bunu. Sinirli bir şekilde karşı çıktı. Hikmet’in kendisini kesmesi aslında intihara kendisini hazırlamasaydı.

İntihar eder miydi etmez miydi orası bir muammaydı fakat gün geçtikçe intihara yaklaşıyordu işte orası bir gerçekti. Artık yazmak okumak da bir çare etmiyordu.

Günden güne bitişe girmişti Hikmet. Sürekli aklında geçmiş yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar sarıyordu vücudunu. Doktor ne verse fayda etmez olmuştu. Hikmet ne yapacağını bilemez halde düşünüp duruyordu. Canı sıkıldıkça kendini kesip rahatlıyordu. Canı sıkıldıkça sigara içiyordu. Bu kadar sigara içtiğini midesi bulanıp öğürme derecesine gelince fark ediyordu. O zaman sigarayı kesiyordu. Çok geçmeden midesi düzelince tekrar tütünü sarıp içiyordu.

Verilen haplar işe yaramayınca artık iğneye devam edildi. Nörodol adı verilen iğneye geçiş yapıldı. Aylık iğne vurulacaktı. İlk 3 ay gayet her şey iyiydi fakat 4. aya girişte iğneyi vurulduktan sonra başlayan huzursuz hal yaklaşık 3 gün sürüyordu ve çok kötüydü. İğne vurulduktan sonra tam tamına 16 saat uyuyordu. Arada kalkıp tekrar uyuyordu. Toplam 3 günü mahvoluyordu.

Her iğne günü geldiğinde içinde inanılmaz derecede bir huzursuzluk kaplıyordu. İğne vurulunca da bu huzursuzluk gittikçe artıyordu. Artık bu iğne olayı gittikçe kötü bir hal almaya başlıyordu.

Bir iğne vurulduğundaysa işler değişmişti. İğneyi vurulup ablası gile gitmişti Hikmet. İğnenin ertesi günü dilinin istem dışı kasıldığı ve arkaya gittiğini fark etti. Bunun neden olduğuna dair bir fikri yoktu. Bu da neydi böyle dili istem dışı kasılıyordu. Bu onu çok fazla rahatsız etmiyordu. Arabaya atlayıp evine doğru yola koyuldu. Rahatsızlığı geçmişti. Eve gittiğinde bir sigara içmek için balkona geçti. Balkonda sigara içerken ağzı sağ tarafa tamamen kaydı. Birden içeri gitti annesine ne oluyor bana diye telaşlı şekilde sordu. Annesi onu sakinleştirirken hemen psikiyatrist arandı. Babası telaşla oğlu Hikmet’i sakinleştirmeye çalıştı. Ağrı yoktu sadece yüzü sağ tarafa tamamen kaymıştı. Doktor iğnenin yan etkisi olduğunu söyledi eğer geçmezse hemen bir ilaç yazacağını söyledi. Hikmet’in ağzı artık ağrılı bir şekilde kaymaya başlamıştı. Ağrı adeta vücudunu deliyordu. Çok büyük bir ağrıydı. Yüzü kasılıyordu. Doktor bir daha arandı ve biraz daha bekleyelim cevabı verildi. Hikmet adeta çıldırdı. Çok geçmeden Hikmet uykuyla onla bunla biraz olsun sakinleşti. Ağrı geçti. İlacı aldı ve rahatladı.

Neler olmuştu böyle? Hikmet neyden geçmişti? Korku vericiydi bu yaşanan hadise. Neyse ki geçmişti. Doktorlar buna tardiv diskinezi demişlerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet’in depresyonu biraz olsun hafiflemişti. Gün geçtikçe iyileşiyordu. Reklam panolarında bir ilan gördü belediye bir tiyatro ekibi kuruyordu. Hemen internet üzerinden başvuru yaptı ve beklemeye koyuldu. Çok geçmeden seçmelerin tarihleri açıklandı ve seçmelere girdi. Seçme sonuçları olumlu açıklanınca ilk prova gününü iple çekti. Hattan provadan evvel ki gün hiç uyumadı. Sırf provaya gidecek diye heyecandan evin içinde gezdi durdu. Daha sonra sabah hazırlanıp provaya gitti. Provaya giderken adeta içinde büyük bir aşk vardı. Uzun bir aradan sonra sahneye çıkacaktı. İşte bunu çok istiyordu. Kültür merkezinden içeri girince heyecanlandı ve girişte ayağı takıldı. Düşmekten son anda kurtuldu. Bu onun için kötü bir başlangıçtı ve olmamıştı. İçerde göbekli bir hoca oturuyordu. Hemen kendisine bir yer beğendi ve orda oturdu. Hoca biraz kendinden anlatmaya başladı. Yaşadığı iyi kötü deneyimleri Hikmet gille paylaştı ve birden yazarlıkla ilgilenenler kim diye sordu ve onları sahneye davet etti. Daha sonra onlara 4 tane oyuncu seçin dedi. Hikmet hemen kalktı oyuncularla beraber sahnede kendine bir ekip bulmaya çalıştı. Bir ekibe girdi. Hocaları bir skeç yazıp oynayacaksınız sadece yarım saatiniz var dedi. Şaşırdılar yarım saate nasıl bir oyun yazıp oynayacaklardı. Hemen bir arada fikirlerini sundu tüm ekip. Birbiriyle uzun uzun konuştular. Daha sonra Hikmet’in ekibinin skeci hazır bir hale geldi. Hoca 3. ekip olarak onları sahneye çıkardı. Hikmet uzun bir zamanda sonra ilk kez sahneye çıkmanın verdiği telaşla bazen sahnede skeci oynarken sustu kaldı. Yine de iyi bir performans sahnelemişti. Günün sonunda Hoca herkesi tebrik etti. Oyunlar oynandı muhabbetler edildi. Güzel bir gün geçirildi. Hikmet durakta beklerken gününü nasıl geçirdiğini düşünüp çok sevindi. Aynı anda durağa gelen Altan’ı gördü. Altan’la orda tanıştılar. Sohbet muhabbet baya bir ilerledi. Gelen otobüse binmeyip yürümeye başladılar. Yürüdükçe muhabbetin güzelliği daha da arttı. Hayatlarından bahsettikçe ikisinin de hayatının ne kadar benzediğini fark ettiler. Yaklaşık kırk dakikalık yoldan sonra vedalaştılar. Muhabbet her ikisine de iyi gelmişti. Muhabbet etmeye bayadır hasret kalmıştı. 

Eve gittiğinde hocanın verdiği tirat ödevine çalışmıştı. Uzun bir zamandır bu faaliyetlerde yoktu. Bu ona çok iyi gelmişti. Tiratı ezberleyip üzerinde iyice çalıştı. Erkan dışında kimseyle tanışmamıştı. Sadece birkaç muhabbet dönmüştü o kadar. Bunun dışında bir muhabbet dönmemişti. Acaba ekipteki diğer kişiler nasıl insanlardı,anlaşabilecek miydi? Tüm bu soruları düşündü ve daha sonra uzun zamandır dalmadığı kadar rahat bir uykuya daldı.

Ertesi gün uyandığında Erkan ona mesaj atmıştı. Buluşmak istiyordu. Hemen Erkan’la otağ çay bahçesinde buluştular. Yine hayatlarından bahsettiler. Bahsettikçe ikisinin hayatının ne kadar birbirine benzediğini tekrar fark ettiler. Konu sanat sohbetlerine gelince yaklaşık iki saat bir demlik çay eşliğinde bol bol sohbet ettiler. Ayrılırken yine evlerine yürüyerek gittiler. Yürürken de bol bol sohbet ettiler.

 

 

 

 

 

 

Prova günü tekrar gelip çatmıştı. Verilen tiratı ezberleyip gelen tepkisiz Hikmet kültür merkezinin kapısının önünde Altan’ı gördü. Altan’la selamlaştıktan sonra ekibin diğer üyeleri de ona katıldı. Tirat hakkında konuşan oyuncular hocayı görünce hep birlikte yavaş yavaş sahneye doğru adım attılar. Ekipteki matematik öğretmeni inanılmaz derecede sempatikti. Anaç bir insandı Hikmet kendini ona yakın hissediyordu. Fakat ekipteki insanlarla nasıl yakınlık kuracak bilmiyordu. Uzun boylu yakışıklı yaşı genç olmasına rağmen saçında hafiften beyazlık olan bir adam geldi yanına oturdu.

-Merhaba kardeşim ben Halil

-Merhaba abi ben de Hikmet

-Ezberledin mi tiratı

-Ezberledim abi sen

-Ben tam ezberleyemedim işler yoğundu biraz

-Ne iş yapıyorsun abi

-Mümessilim ben

Bu abinin tavrını sevmişti. Hoca içeri girince muhabbet kesilmişti. Hikmet ara verilince muhabbet devam eder diye düşünmüştü. Hoca bir giriş konuşması yaptıktan sonra oyuncular yavaş yavaş tiratı sahnelemeye çıktılar.

Bugün ekibin birçok üyesiyle tanışmıştı. Esra diye bir kız vardı. Kültür merkezinin kafeteryasında Esra,Halil,Altan ve Ebru oturdular sohbet ettiler. Sohbet bir ara felsefeye kadar uzadı gitti.

 

 

 

 

 

Hikmet’İn tiyatroyla tanışması hayatında baya bir değişikliğe sebep olmuştu. Kara sevdaya bile tutulmuştu. Bir anda hayatında güzel şeyler olmaya başlamıştı. Ekiple arası çok iyiydi. Özellik Ebru,Esra ve Altan’la arası çok iyiydi. Sürekli buluşmalar oluyordu. Prova harici de buluşmalar oluyordu.

Birlikte okeye gidiyorlardı. Hikmet ne kadar ekibin içerisinde olsa da tepkilerini çok göstermeden okey oynayanları izliyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eylül ayı her zaman hüzün ayıdır. Eylülde vedalar olur. Nitekim bu ekip için de bir veda ayı oldu. Ebru atandı. Altan atandı ve Hikmet yalnız kaldı. Tiyatro bir anda dağıldı. Hikmet tiyatroya çok umut bağlamıştı. Bu ekibin bir şehir tiyatrosu olacağına dair büyük bir inancı vardı. Nitekim bu inanç uğruna yola devam etti. Ekipten gidenlere çok üzülmüştü. Şimdi tiyatro eksiklerle devam edecekti. Olsun dedi şükür ölüm yok gidenlerle muhabbet yine devam eder dedi. Bir oyun çıkacaktı tekrardan. Onun hazırlıkları yapıldı. Hikmet’e verilen rol değiştirildi. Ezberi çok fazla olan bir rol verdiler. Hikmet ben bunları nasıl ezberleyeceğim kısacık bir sürede diye kara kara düşünürken Halil ona hep destek oldu. Hikmet zar zor rolünü kısa bir sürede ezberledi. Oyun çok kısa bir sürede çıkması gerekiyordu. Hikmet çok çalıştı. Prova çıkışı Altan müsaitse Altan’la telefonda görüşüyorlardı. Ne olup bitiyorsa her şeyi Erkan’a anlatıyordu. Erkan uzaktan olup biteni dinliyor ve ikisi birbirine destek oluyordu. Nitekim oyun çıktı. Ekip oyunu başarılı bir şekilde sahnelemişti. Oyun sonunda oyuncuların tanıdıkları sahneye gelip fotoğraf çektirdiler ve oyuncuları tebrik ettiler.

Oyun bitimi yönetmen bir cast direktörünün şehirde çekilecek film için oyuncu seçmeye geldiğini ve oyunu izlediğini söyledi. Sizinle konuşmak istiyor dediler. Hikmet bu tarz olayları çok yaşadığından ilgilenmedi. Daha sonra cast direktörü geldiğinde konuştuklarında filmin içeriğini beğendi. Oyuncular kaliteli ünlülerdi. Peki ya bu adam gerçekten bu filmde bizlere rol verecek mi diye düşünmeden edemedi.

Cast direktöründen uzunca bir süre ses çıkmadı. Hikmet yine düşündüğüm gibi oldu dedi. Çok zaman geçmeden yanıldığını anladı Bir sabah teledonu çaldı ve arayan o cast direktörüydü. İki gün sonra bulunduğu şehrin ilçesinde çekimlerin olacağını kendisinin de bir rolünün olduğunu öğrendi. Hemen bu haberi Altan’la paylaştı. İnanılmaz derecede sevindiler. Adeta çıldırdılar.

Hikmet setin olduğu günün tarihini iple çekti. Zaten kısa olan süre erkenden geldi. Sabah daha gün aymadan gitti Hikmet. Set alanına geldiğinde gün aymıştı. Hemen cast direktörünü görmüştü ve beklemeye başladı. Önce setteki görevliler yavaş yavaş uyandı ve daha sonra kostümcüler geldi. Hikmet’e rolünü sordular. Hikmet’e kostüm denettiler. Hava çok soğuktu Hikmet kalın kalın giyinmişti. Kostümleri denerken üstünü değiştirince adeta soğuktan donacak hale geliyordu. Üstüne bir gömlek ve ceket verdiler. Eski zamanların takım elbisesiyle oynayacaktı. Gömlek çok inceydi. Ceket ise küçük olduğundan önü kapanmıyordu.

Hikmet sürekli ateşin başına gidip ısınmaya çalışıyordu. Hikmet tekti yalnızdı. Hiçbir arkadaşı onla birlikte çekime gelmemişti. Hikmet hayalini kurduğu set ortamına sonunda kavuşmuştu. Yıllardır bunun hayalini kuruyordu. Çok mutluydu. Sonunda hayaline kavuşmuştu. Sektöre ilk adımını atmıştı. Artık neler olacaktı pek bir bilgisi yoktu ama şu an anın tadını çıkarıyordu. Öğleye kadar çekim olmadı. Set ortamı hazırlandı. Hikmet adeta soğuktan tir tir titriyordu. En sonunda. Öğleden sonra çekimler başladı. Sıra Hikmet’ e geldiğinde hikmet bu sefer hem soğuktan hem heyecandan tir tir titremeye başladı. Oyuncular  ve set ekibinden bazıları Hikmet’i sakinleştirdi ve Hikmet’in rolü geldi. Hikmet çok geçmeden sahnesini bitirdi. Akşam 5 gibi set bitti ve Hikmet servisin kendisini otogara bırakmasını bekledi. Bu bekleme süresi yaklaşık 1 saat sürdü. Hikmet tütününü yakıp bu mutlu anın tadını çıkardı. Bazı ünlü oyuncularla sohbet etme fırsatı da yakaladı. Onlarla biraz sohbet etti. Daha sonra muhabbet tam ilerlerken servis kalkma saati geldi. Servis onu şehre giden otobüslerin olduğu bir yerde bıraktı. Hikmet inanılmaz derecede bir mutlulukla Otobüsün gelmesini bekledi. Çok geçmeden otobüs geldi. Otobüs hareket eder etmez Hikmet kulaklığını taktı ve müzik dinlemeye başladı. Şehre adım attığında bu sefer de şehir içi orobüsünü beklemeye koyuldu. Eve gittiğinde saat 20.15 olmuştu. Çok güzel bir uyku çekti ve ertesi güne pamuk gibi uyanmıştı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet çekimlerden 5 gün sonra noldu yani gittik geldik devamı da gelmedi o kadar kişiyle muhabbet kurdum da devamı gelmeyecek işte bal gibi ortada herkesin işi bitti

artık arayan soran olmaz bu açıkça ortada demeye başladı ve Hikmet tekrar ağır bir depresyona girdi. Altan durumun farkındaydı. Altan da İzmir’de sinema okurken bunu yaşamıştı. Hikmet şimdi ne yapacak kara kara düşünüyordu. Hikmet daha önce girdiği depresyondan dolayı bu depresyonu da kolayca atlatacağını düşünüyordu fakat her uyandığında depresyonun daha da ileri gittiğini görüyordu. Depresyonu tanıdığını düşünüyordu fakat depresyon da onu tanıyordu. En savunmasız anlarını kontrol edip yakalıyordu. Ölüm korkusu yine üst düzeydi. Her taraftan saldıran depresyona karşı savunmasız kalmıştı. İşin kötü tarafı bir oyunun da hazırlanma sürecindelerdi. Oyunu bırakamazdı çünkü oyunun çıkışına da az kalmıştı. Yaklaşık bir ay daha dayanmalıydı. Hep ilgiyle gittiği kültür merkezine bu sefer küfrederek gidiyordu. Yüzünden hareketlerinden canının sıkkın olduğunu herkes anlıyordu. Hikmet ise her noldu diye sorana bir bahane uydurup geçiyordu. Donuklaşmıştı. Sahnedeki performansı da etkilenmişti. Yönetmen her defasında kendisinden böyle bir performans beklemediğini söylüyordu. Ekip arkadaşları olanı biteni anlamıyordu. Çünkü hikmetin ağır depresyon hastası oldığunu kimse bilmiyordu. Önceden zayıf birisiyken birde 40 kilo aldığını da kimse bilmiyordu. Saçları kullandığı ilaçlardan dolayı hızla dökülmüştü ve bunu da kimse bilmiyordu. Soranlara genetik deyip geçiştiriyordu. Hikmet’i depresyon ve takıntılar çökertmişti. Bundan dolayı da stres atmak amacıyla çok fazla sigara içiyordu. İşte sigaraya bu derece sevdası bu depresyon zamanlarında olmuştu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hikmet her geçen gün düşen moduna karşılık hep bir tutunacak dal arama çabasındaydı. Bir yandan yazıya bir yandan kitaba sarılmak istiyordu ama depresyon ona sadece uyumasını emrediyordu. Okuldaki derslerinin hepsinden kalmak tiyatronun istediği yere gitmediğini görmek onu daha da fena hale getirdi. Nasıl yapacak da tekrar eski haline gelecekti? Nasıl yapacak da derslerini düzeltecekti? İsmet Özel’in dediği gibi her şeyi düzeltmenin mahvettiği zamanları yaşıyordu. Her şeyi düzeltmek  isterken daha da berbat bir hale soktu. Artık uyumaktan başka bir şey istemiyordu ve sürekli yemek yiyordu.

İntihar düşüncesi tekrar kafasına yatmaya başlamıştı. Cesareti toplayıp kısa bir not bırakıp gitmek istiyordu. Yapamıyordu ama yapmayı da çok istiyordu. Garip bir kafa karışıklığı içerisindeydi. Altan’la sürekli telefonda görüşüp dertleşiyordu. Altan’ın hali de farklı değildi. Onda da gelen bir keyifsizlik vardı. Erkan da bir depresyondaydı. Onun da eli kolu bağlıydı. Bir anlamsızlık tüm bedenini sarmıştı. Tek kurtuluşu intiharda görmeye başlamıştı. Bir yandan takıntılar bir yandan depresyon her tarafı iyice buhran olmuştu

.

Altan yanına gelmişti. Fakat Altan’la da buluşmak istemiyordu. Dışarı çıkmak istemiyordu. Yine de kendisini zorlayıp dışarı çıktı. Bu sefer de arabanın içinde oturalım bir yerlere gitmeyelim düşüncesi atıldı ortaya ve bu düşünce hemen kabul edildi. İkisi de bu düşüncenin saçmalığını anlamamıştı. Arabada oturup dışarıyı seyrediyorlar hiçbir şekilde muhabbet dönmüyordu. En sonunda Hikmet eve gidelim demişti ve evin yolunu tuttular. Eve geçtiklerinde ikisi de ne yaptığının farkında olmadan bol bol sigara içtiler. İkisi de buhranlı dönemdeydi ve artık iyice sıkılmışlardı. Her şeyin saçma geldiği bu evrede herkes onlara farklı farklı benzetmeler yapıyordu. Şükür etmediği için bu halde olduklarını söyleyenler vardı. Kimisi de çalışmanın zor geldiği için bu halde olduklarını söylüyorlardı. Oysa durum çok farklıydı. Durum tamamen bir hastalık olan depresyondu. Depresyona yakalanan iki arkadaş da birbirlerini teselli bile edemiyorlardı. İkisi de hayattan erken yaşta bezmişlerdi. Güçleri bile yoktu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Erkan’ın tekrar atandığı şehre gitmesiyle Hikmet daha kötü oldu. Hiç konuşmasalar bile yan yana olmak aonlara iyi geliyordu. Şimdiyse ikisi de yalnız kaldı. Ağlamak kar etmiyordu. Tek kar eden şey bir arada olmalarıydı fakat kader onları ayırmıştı. İkisi de derin bir yalnızlığa bürünmüştü. Gün geçtikçe Hikmet derslerini nasıl vereceğini ve nasıl olur da hayatını düzüene sokacağını düşünüyordu. Okulun bahar döneminin açılmasına çok az kalmıştı. Ya kendini toparlayacak derslere bakacaktı ya da hayatı yine alt üst olacaktı. Yaşıtları işe girip evlenirken kendisi hala okul okuyordu.

Bahar döneminde de okula gitmedi ve sınavlara girmedi yani kısacası Hikmet’in hayatı tepetaklak gidiyordu. Ailesine çeşitli şeyler söyleyerek yaptığını fark etmelerini önlüyordu. Çünkü anlamayacaklardı biliyordu.

Yine günde 200-300 kez elini yıkamaya başlamıştı. Deliler gibi elini yıkıyordu. Duşta 8 saat kaldığı oluyordu. Aklını kaybetmek üzereydi. Bir şeyler olmalıydı ve onu bu kara dünyadan çıkarmalıydı. Çok çabaladı ama sonuç vermedi. Takıntılar ve depresyonun dünyasından bir türlü çıkamıyordu. Ne yapsa ne etse kar etmiyordu. Artık kimseye derdini dökmemeye başladı.

Ne varsa içinde yaşacaktı.

Tabi bu hiç de kolay olmadı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 Altan Ebru ve Esrayla yine bir buluşma ayarlamıştı. Erkan’la hikmet artık eski muhabbetlerini döndürmeye başlamışlardı. Hikmet rol yapmaya devam ediyordu. Şöyle bir gerçek vardı. Hikmet artık daha iyiydi. Her ne kadar rolden iyi davranıyorsa da bu ona iyi gelmişti.

Hayat onun için dokunaklı bir şarkı olacak mıydı? İşte bunu bilmiyordu. Ebru her zamanki anaç karakteriyle ortamda tüm neşesiyle vardı. Esra realist bakış açılarıyla olaya dahil oluyordu. Hikmet olan biteni tepkisiz bir şekilde izlerken gözler hep onun üstündeydi.Neden böyle susuyor merak ediyorlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çok üstüme geldi bu hayat benim erkan. Anlıyor musun beni? Depresyon bir yandan takıntılar bir yandan. Ben tüm bunların arasında hayatta kalmaya çalıştım. Daha sonra hiç ummadığım bir olay oldu ben tepkilerimi kaybettim.